6 Şubat Kahramanmaraş depremlerinin enkazlarına gözyaşlarımızı gömeli neredeyse 1 yıl oldu. Günlerce sol yanımızın sancıdığı zamanları bugün hatırladıkça nefesimiz daralıyor. Çaresizliği iliklerimize kadar hissettiğimiz o korkunç günler belki geride kaldı ama orada yaşayan insanların mücadeleleri hala sürüyor. Dayanışma ile bölge halkının yaraları sarılmaya çalışılsa da bugün hala barınma başta olmak üzere bölgenin temel ihtiyaçları karşılanamıyor. Deprem Bölgesi’nden gazeteci Zerrin Sargut, kadın ve çocukların hala yoksunlukları en derin yaşayanlar olduklarını söylüyor. Örneğin, konteynerlerde yaşayan çocukların okullarına gidebilmek için ihtiyaçları olan servis ücretini bile aileleri ödeyemiyor. Hala su ve ısınma sorunları yaşayan insanlar, iş bulmaya çalışıyor. Kazım Bozkurt’un haberine göre ise deprem bölgesinde plansızlık sürüyor. Sözü verilen konutların teslimi bir yana dursun, rezerv alan ilan edilen bölgelerde yaşayan insanların mülkiyet haklarının ne olacağı da bilinmiyor.
Deprem aslında hayat demek
“Deprem aslında hayat demek” diyor Dokuz Eylül Üniversitesi Jeoloji Mühendisliği Öğretim Üyesi ve Deprem Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürü Doç. Dr. Ökmen Sümer. Derya Şahin’in ‘Depreme Bakış Açısı Değişmeli” haberini okuduğunuzda depremin ölümle, acılarla özdeşleşmemesi gerektiğini anlıyorsunuz. Dr. Sümer’e göre, dünyanın en iyi jeoloji uzmanlarına ve en iyi sismik ağlara sahibiz ama “Ev alırken ya da kiralarken zemin parametrelerine, yapı tarihine, yapılışına, kimin tarafından yapıldığına, mühendislik açısından uygun olup olmadığına, deprem açısından riskli bir yerde bulunup bulunmadığına ne kadar bakıyoruz?”
Ülkemizde en çok değişen kanunların başında ise imar kanunu geliyor. Suat Gezici’nin haberinde Kahramanmaraş Merkezli depremlerin acı bilançosunun kanun değişikliklerini hızlandırdığını görüyoruz. 8 Kasım’da yasalaşan "Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda ve 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi" ile, riskli yapıların dönüşüme girmesinin hızlandırılması hedeflendi ancak uzmanlar yasanın riskler taşıdığını söylüyor.
İdeal şehir
Peki nasıl bir şehirde yaşamalıyız? Deprem gerçeğinde yaşayan bir ülke olarak, öncelikle güvenli bir şehir inşa etmek zorundayız. Gökdeniz Engin’in haberinde uzmanlar bilimsel verilere dayanarak yapılan planlamalara, doğayla uyumlu, dirençli yapılardan oluşan yeni merkezlerden bahsediyor. Tehlikeleri öngörüp, önlem almak ise akıllı uygulamalarla mümkün. Yusuf Tomruk’un haberinde İzmir’in öncü uygulamalarını örnek olarak görebilirsiniz. Merve Ağrıç’ın Teknofest ödüllü mimar Öznur Çakır ile yaptığı haberde ise dünyanın yapı malzemelerinde ve tasarımlarda teknolojiyi nasıl kullandığına şaşıracaksınız. Hayallerinizin bile ötesinde proje örneklerinden biri de İzmir’de yapılan ‘Portakal Vadisi Projesi’.
Şehir merkezlerindeki nüfus yoğunluğunu bu tür projelerle azaltmak mümkün. Yeter ki Melda Çetiner’in yazdığı haberi gibi toprağa ev ekmeyelim. Ekonomik koşullar büyük şehirlerde tersine göçü hızlandırdı. Delal Demir ve Mert Yasin Alpdündar İstanbul ve İzmir’deki tersine göç sebeplerini sizler için hazırladı.
Hiç şüphesiz bir şehri şehir yapan öncelikle kültürü ve insanları. Göç olgusuyla nüfus yoğunluğu değişse de ayrımcılığın olmadığı, sağlık, barınma, ulaşım, eğitim imkanlarına herkesin rahatça erişebildiği, doğayla iç içe ve kültürel mirasını koruyup zenginleştiren güvenli şehirlerde yaşamak dileğiyle…