“Bu bir mahkûmiyet değil, tutukluluk ama bedeli çok ağır”

Soyer, hakkında kesinleşmiş bir mahkûmiyet kararı olmamasına rağmen tutuklu yargılandığını hatırlatarak, sürecin yarattığı fiziksel ve psikolojik etkileri dile getirdi. Kaleme aldığı metinde, “Hapiste kiminin yüzde 10’u, kiminin yüzde 60’ı ölüyor. Bana sorarsanız, benim yüzde 15’im öldü sanıyorum” ifadesini kullandı.

Tun Soyer'in konuşmasının tamamı şu şekilde:

"Hapishanede Hayata ve Ölüme dair Sevgili Murat Çalık Başkanımıza yapılanları mutlaka izliyorsunuzdur. Yaşananlar, hepimize “bu kadar da olmaz” dedirtiyor. 21 kg vermiş, hastane verileri kanserin nüksettiğini ya da nüksetme işaretleri verdiğini söylüyor. Buna rağmen, şehirler arasında, hastaneler arasında dolaştırılıyor, birbiriyle çelişen raporlar ortaya atılıyor. Murat Başkan acı çekiyor, ailesi acı çekiyor ve bir türlü tutukluluk halinin kaldırılmasına karar verilemiyor. Murat Başkan henüz bir suçtan mahkum olmuş değil, sadece tutuklu. Yani bu eziyet “tutukluluk halinin kaldırılmasına, tutuksuz yargılanmasına” denilerek bir kararla bitirilebilecekken bu yapılmıyor. Ne için bu bedel ödetiliyor, henüz suçu bile kesinleşmemiş bir insanın sağlığıyla hayatıyla neden kumar oynanıyor anlaşılmıyor. Maalesef devlet hepimizin gözleri önünde vicdanını kaybediyor. Tarih vicdanını kaybetmiş devletlerin ne büyük acılar yaşadığının, yaşattığının örnekleri ile doludur. Bin yıllık devletimizin, yüz yıllık Cumhuriyet’imizin bu tabloyu görmesi, anlaması ve akıl almaz süreci derhal durdurmasını bekliyoruz. Hapishane hapiste olanı zaten öldürüyor. Murat Çalık Başkanımız gibi sadece bedenen yaşanan eziyeti kastetmiyorum. Hapishane herkesi bir parça öldürüyor. Diğer cezaevlerini bilmiyorum ama benim kaldığım F tipinde hücreniz dışında, infaz koruma memurları, ziyarete gelen avukatlar ve milletvekilleri ile avludan görünen bir avuç gökyüzü dışında, kimseyi, hiçbir şeyi görmüyor, duymuyorsunuz. Hayatla kurduğunuz bağ sadece bu saydıklarımla sınırlı. Yani ağaçlar, çiçekler, kuşlar, köpekler, deniz, onun sesi, şehrin ışıkları, sesleri, dostlar, dost sohbetleri vb. hiçbir şey yok. Yani hayatınızda eksilenler ve mahrum kaldıklarınız nedeniyle adeta bir bölümünüz yok oluyor. Sevdikleriniz, sanki gökyüzüne yükselmişsiniz gibi, göremeseler de varlığınızı hissediyor, bir gün tekrar hayata döneceğiniz günü bekliyor. :)) Siz de adeta yukardan olup biteni izliyorsunuz. Hapiste kiminin %10’u kiminin %60’ı ölüyor. Bana sorarsanız benim %15’im öldü sanıyorum. Ama şimdi bu alegorinin iyi tarafına geliyorum. Sanıyorum ünlü fizikçi Lavoisier idi; “Hiçbir şey vardan yok, yoktan var olmaz” diyordu. Benim öldüğünü söylediğim %15’lik kısım, aslında başka bir biçimde, başka bir fonksiyonu yerine getiriyor. Adeta bir doğum sancısı çekerek, hem gerideki %85’i hem yeniden doğum sonrası başlayacak hayatın çok daha canlı, çok daha güçlü, çok daha mutlu olmasını sağlayacak ders, deneyim ve ustalık biriktiriyor. Bunun nasıl mümkün olabildiğini, içerisi ile dışarısı arasındaki bağın nasıl bir bağ olduğunu Dr. Feyza Bayraktar yazmış. Kendisi bir hapisane tecrübesi yaşadı mı bilmiyorum ama yaşamış kadar hakiki anlatmış. Sözü biraz ona bırakıyorum. “Taş duvarlar ve demir parmaklıklar, ilk bakışta yalnızca sessizliği temsil eder. Ama insan ruhu devreye girdiğinde, hapisane bir mezar değil, bazen bir laboratuvar, bazen de bir sahneye dönüşür. Dört duvar arasındaki umut ile umutsuzluk sürekli bir çatışma yaşar. Hücresinde yalnız başına oturan bir insan, moralini korumaya çalışırken yalnız kendi varlığı için değil, toplumun belleği için de savaşır. Zincir, insanı durdurmaz, yasak ilgiyi yok etmez. Haksız yere tutuklananlar görünürde susturulur ama gerçekte yasaklanan ya da susturulan bir ses ironik biçimde ne kadar bastırılırsa o kadar çok yankı bulur. Çünkü insan zihni, bir şeyden, bir kişiden mahrum bırakıldığında ona daha çok yönelir. Bir bilgiye erişim engellendiğinde o bilgiye duyulan ilgi ve arzu artar. Yasak ilgiyi azaltmak yerine arttırır, dışardakiler, dinleyerek, izleyerek sessiz bir dayanışma sergiler. Baskı altındaki toplumlar görünürde itaat ederken, kendi aralarında, sessiz, dolaylı ve sembolik yollarla bir direniş geliştirir. Bu açık bir isyan değil, sessiz bir varoluş ve direniş biçimidir. Dört duvarın içindeki moral, dışardakiler için bir pusulaya dönüşür. Hapisaneler, sadece mahkumun değil, toplumun da sınavıdır. Hücrede moralini koruyan biri, yalnız kendi ruhunu değil, susturulmuş bir toplumun ruhunu da ayakta tutar. Sonuç olarak hakikat zincire vurulamaz. Susturulan sesler er ya da geç susturmaya çalışılanlardan daha yüksek duyulur. Dört duvarın içi sesleri boğmak yerine yankıyı büyütür.” Hapisaneye düşen insanın ilk kaybı özgürlüğü değildir. Asıl büyük kaybı, zamanın akışına dair kontrolüdür. Zincirler kapılardan çok, zamanın akışını yavaşlatır. Ama insan zihni en ağır zincirlerden bile kendini kurtarabilecek bir yeteneğe sahiptir. Bu yetenekleri, hayal gücü, aklını kullanma kapasitesi ve hafızasından beslenir. Sonuçta hepsinin birlikte yöneldiği hedef, hücreyi bir mezar olmaktan çıkarıp bir buluşma alanına dönüştürür. Nietzsche’nin dediği gibi “Bir nedeni olan insan, her ‘nasıl’a katlanır.” NOT: Dayanışma -kooperatifi savunduğum için şu an F tipi hücredeyim ve dayanışma-kooperatif modeliyle var olan BirGün aracılığıyla sesim, nefesim sizlere ulaşıyor… İnsana, insanlığa, umuda; bin selam!

Belçikalı Bakan Anıtkabir'e çelenk bırakıp diz çöktü
Belçikalı Bakan Anıtkabir'e çelenk bırakıp diz çöktü
İçeriği Görüntüle

İzmir 1 Nolu F Tipi Yüksek Güvenlikli Ceza İnfaz Kurumu

Koğuş B/63 Buca - Kırıklar"

Kaynak: Haber Merkezi