“Bu devirde fakirlik salaklıktır” demişti içlerinden biri. “Her mahallede bir milyoner! Bırakınız yapsınlar bırakınız geçsinler!” ikliminin tipleriydiler. “Benim memurum işini bilir” diyebilenlerin tedrisat ürünüydüler. Ama bu kadarı yetmezdi, değil mi “yetmez ama evet” tayfası? Liboşizm soslu “no omurga, yes cukka” familyasından yanıt istenir mi? Belli ki istenen tam da böyle bir ülke, böyle bir insandı.

***

Geldikleri yer belliydi de, bu ahlaksızlığın ambalajı da iyice incelip dökülüyor, hakikat cascavlak ortaya çıkıyordu. “Yetiş ya 12 Eylül!”, Yetişti. Faşizmle serinleyen bu güruh bile, “Niye copla işkence edelim ki, elimizde taş gibi oğlanlar var!” diyebilecek kadar şerefsizleşen zihniyetin vahşiliğinden ürktü. Karikatür seven, askeri tokyo-mayoyla selamlayan, esasında bu ülkenin her yapı taşını sökmeye yeminli, emperyalizm yancısı kapitalist şef, “12 Eylül bitti, yeniden başlıyoruz” yalanına sarıldı. Neylersin ki, malzeme kalmamıştı. “Atatürkçülük”, 12 Eylül katillerinin elinde çok çabuk eskimişti. “Milliyetçilik” desen, yurtseverlik tanımından habersizler sayesinde, cinayet kamuflajına dönmüştü. Zincir kopamazdı, yeni bir şey devreye sokulmalıydı, bulundu: “Yes tarikat no laik barikat” tarzı cıvık bir teokratik-faşo-liberalizm! Gerçek dindarlar, her şey cehenneme döndükten sonra, yapılmak isteneni de, çok geç kaldıklarını da göreceklerdi. Şoven tosunlara gelince, bu yeni tiplerin inancıyla alakası olmayan “Gök Tanrı, Yer Tanrı, Turan, vb”den kopuşları acilen halledildi. Kurt gitti, üç hilal geldi. Bu halloluş, ne dediği, ne öngördüğü belli olmayan bir efelenmeye, ilkokul üç afacanlarının daha iyisini yazacağı hamasi nutuklara dönüşerek, yeni tiplerin yanında hizalanmaya, koruma memurluğuna evrildi. Ki içlerinden kimilerinin, “Eh artık, bu kadarı da fazla!” deyip, başka oluşumlarda yer alması bundandır.

***

Bu genellemelerin daha hasını yazanlar, “Tehlikenin farkında mısınız?” sorumluluğuyla çığlık atarak söyleyenler vardı. Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı, Bahriye Üçok, Turan Dursun ve daha nicesi… Katledildiler. Tehlike şimdi, haşinliği, yüzsüzlüğü, hepimizle dalga geçişi, bir ülkenin tüm kadim birikimlerinin üstünde tepinişi ile hayatın ta kendisidir. Kimse bu gerçeklikten kendini sıyıramaz. Soyguncusu, talancısı, rantçısı, yalancısıyla, bu fıldırgöz tayfası, kimin eserdir? Ve sorarım, o bankacı ablanın çağrısına ahaliden kimler gitmezdi?

Yani Ardagül’lerin suçu ne? Yanıtı, 'evlad-ı dolar'dır! Ha bir çuval kömür, ha akıl almaz miktarda dolar, herkesin tıyneti, fıtratı kadar.