Gün aydınlığından, sabahlardan başlasa barışçıl duygular, ince duyarlıklar, umutlar, sevinçler, sevgiler, aşklar, şarkılar, şiirler ne olur sanki? Gönlümüzle, yüreğimizle barışa alkış tutmaz mıyız?
Gökyüzünün sonsuzluğunda, bulutsuzluğunda duru mavi bir sevince yazılırım erkenci uyanışlarımda. Denizlerin maviliğindeki derinliği barışa yorarım. Günü dirimli, umutlu, şiir tadıyla uzun yaşamak beni gönendirir.
Sahi barışın rengi mavi miydi? Ne dersiniz? Ben mavi dersem katılır mısınız? Osman Akbaşak dostum “Barışın Renkleri” romanını yazarken acaba barışa hangi rengi yakıştırdı dersiniz? Savaşın griliğine karşın beyazı mı, maviyi mi önerdi? Tüm renkler hızla kirlenirken, birinciliği beyaza veren anlayışa, algıya ilenen Özdemir Asaf, barışa yeni bir renk önerir miydi peki? Şairler barışın rengini iyi tanır, değerini iyi bilir. Sezer, kavrar, içselleştirir.
Büyük romancı Yaşar Kemal’in söylediği sanılan ama şair Haydar Ergülen’e ait olduğunu bildiğim şu tümceyi de pek severim: “Dağlar, insanlar ve hatta ölüm bile yorulduysa, şimdi en güzel şiir, barıştır.” Şair sözü böyle incedir, özgedir, varsıldır. Ben de tuttum bu sözü başlığıma taşıdım.
Bir gülümseme, yüzdeki sevinç görseli, umut, esenlik, aydınlanma, erdemli seçkinlik, sevginin gücü, özgürlük, inanç, direnç… Nereye açılır bu sözcüklerin yolu? Hepsi ve dahası barışa…
Yaşam insana verilen en değerli haksa, o zaman insanın insana kıyımını, kırımını, öldürümünü onaylamak olası mı? Edebiyatın, sanatın, hele de şiirin savaşın yanında yer almasını nasıl düşünebiliriz?
Dün 1 Eylül’dü günlerden. Dünya Barış Günü… İçimdeki barış duygulanımları 2 Eylül’e bugüne de taştı. Gönlüm her günün barışa açık olmasından yana.
İkinci Dünya Savaşı yıkımının, kıyımının sürdüğü yıllara tanık olan Melih Cevdet Anday şiirine yükler özlemini: “Ah günüm yetse görmeye seni / Seni övmeye gücüm yetse / Barış çağı altın çağ / Son ozanı ben olayım bu özlemin / Bu özlem bitse”.
Dağlarca da savaşa karşıdır elbet. Nötron bombası şiirinin şu dizeleri nasıl da içine işler insanın: “İğrenç buluşunla övünme de / Hadi! Öldür beni çabucak, / Unutma, içerde biri daha var / Çöktüremeyeceğin, susturamayacağın, / Yok edemeyeceğin biri, / Benim barış sevgim…”
Şair sözüne inanırım, barış için söyledikleri de sezginin, duyumsamanın sesini yansıtır bize. Fransız şair Paul Eluard’ın şu sözü hiç yabana atılır mı? “Barış asıl yasasıdır insanlığın”.
Yannis Ritsos çocuğun, ananın gördüğü düşü, sevda sözlerini o evrensel diliyle nasıl da güzeller, nasıl da yüceltir Barış’ı. “Bu tren, barıştır işte. / Kardeşler, barış içinde ancak / derin derin soluk alır evren. / tüm evren, taşıyarak tüm düşlerini. / Kardeşler, uzatın ellerinizi. / Barış budur işte.”
Öner Yağcı’nın (Cumhuriyet, 11 Ocak 2020) barış için söylediklerine de katılmamak olanaksız: “Bombalara, kurşunlara, barbarlıklara, bağnazlıklara, umutla direnir şiir. Ona düşen budur. Bilimin ve sanatın has çığlığı şiir, savaşa karşı çıkar. Yüzlerce şiir kitabı, dergilerde yayımlanan şiirler bunun için. Susmaz şiir. Şiire susmak yakışmaz.”
Hiroşima, Nagazaki, Normandiya, Kamboçya, Vietnam, Srebrenitsa… Aborjin, Kızılderili, zenci, beyaz… Bunlar salt bir sözcük, bir ad, bir yer değil. Tarihin her döneminde bombalarla, silahlarla kitlesel kıyımların işkencelerin, öldürümlerin, acıların yaşandığı yerler, kentler, insan renkleri… Bugün de anımsadıkça acılandığımız, yandığımız, ağladığımız, ilendiğimiz, iğrendiğimiz insanlık görüntüleri.
Öyleyse barış bugün de, yarın da her zaman gereksinimi insanın.
Savaşa hayır, barışa evet!