Türkiye, Türkiye'de yaşayan yurttaşların yüzde 80'inden çoğu; bu kadar haksızlığı, adaletsizliği, hukuksuzluğu, hor görülmeyi, aşağılanmayı, ayrıştırılmayı hak ediyor mu?
Diyeceksiniz ki "Elbette etmiyor".
Ama ne yazık ki durum bu.
12 Eylül 1980 Askeri darbesiyle sınıf mücadelesinin yerini "milli şuur"un alması, bunun yanında "Ilımlı İslam"ın güçlendirilerek 12 Eylül öncesindeki siyasi partilerin, sendikaların kitle örgütlerinin içlerinin boşaltılmasıyla "şekilsiz bir toplum" yaratıldı.
80'li yılların "transformasyon" döneminde, zamanın Başbakanı Turgut Özal, 1989'da Tunus'u ziyareti sırasında Türkoloji alanında çalışan önemli bilim insanı Prof. Dr. Abdülcelil Temimi ile ayaküstü sohbetinde Türkiye'nin AKP ile devam eden iktidar sürecini de etkileyecek çok önemli bir söz söylemişti: “Ben insanın zenginini severim.”
Sonra Özal'ın bu sözünün söyleşiye tanık olan Gazeteci Yavuz Donat tarafından yanlış anlaşıldığı belirtilerek "Zaten İslâm dini fakirliği değil, zenginliği öne çıkartır, Allah zengini sever" şeklinde düzeltilmişti.
İslam dininin fakirliği değil, zenginliği öne çıkarmasını düstur edinen AKP ve ortağı MHP, 1980-90'lı yıllara kadar devlet yönetimini kontrol altında tutmuş ve alabildiğine zenginleşmiş, sonraları yabancı ortaklarla dışa açılmış Koç'ların, Sabancı'ların, Karamehmet'lerin, Zorlu'ların vb oluşturduğu; yaşam biçimleri itibariyle batılı, elit, rafine sermaye kesiminden farklı olarak, Türkiye burjuvazisinden artık kendi paylarını isteyen, muhafazakar ama gözü yüksekte; daha birkaç kuşak o tahtından indirmeye çalıştıkları burjuvaların yanına bile yaklaşamayacaklarını bildikleri için tedirgin ve saldırgan bir "yeni burjuva sınıfı " doğurdu.
Batıyı reddediyor gibi görünen ama aksine ona şiddetle bağlı olan bu yeni burjuva sınıfı, çocuklarını hep "batıda", en çok da Amerika'da okutuyorlar. Gelinleri doğumlarını Amerika'da yapıyor. Böylece çocuklar doğumdan ABD'li oluyor.
"İsraf haram" diyorlar ama kendileri İsviçre'nin el yapımı saatlerini, Amerika'nın "kişiye özel" giysilerini, İtalya'nın elmas değerinde ayakkabılarını, Versace kravatları, Louis Vuitton çantaları kullanıyorlar.
Bu yeni sınıfın kadınları, başlarına "türban" olarak sardıkları örtüleri Paris'ten, iç çamaşırlarını Londra'dan alıyorlar. Çocukların arabaları en son moda ve en pahalı yapımlar. Bu çocukların arkasında bir "koruma ordusu" var. Korumalar "varoşun çocukları". Tıpkı TV'lerde, "bu AKP giderse benim yiyeceğimi, kömürümü kim verir?" diye dertlenen nineler gibi "velinimetlerine" sarılmış gidiyorlar.
AKP kendi sınıfını, "ikinci kalite burjuva" diye tanımlanabilecek sınıfı yaratmada 23 yıllık iktidarında başarılı oldu.
AKP'nin bu kendi burjuva sınıfını oluştururken toplumun önemli bir kesiminin "yerinde sayması" gerekiyordu. Varoşlar varoşlarda, yoksullar yoksul evlerinde oturacaklar; yeni burjuvazinin "sadaka", "zekat" ve "fitre" kaynaklı, iyilik yapma, sevap kazanma duygularının kendilerine verdikleri ile yetineceklerdi. Öyle de oldu. Ellerindeki yerel yönetimler kanalıyla, tarikatlar, vakıflar aracılığıyla yoksul kitleler, dar gelirliler "Azıcık Aşım, Ağrısız Başım" atasözünün esiri edildi.
Yap işlet devret modeliyle gerçekleştirilen üzerinden geçilmeyen otobanlarıyla, içinde doktoru, öğretim üyesi bulunmayan devasa hastaneleri, her ilde açılan üniversiteleriyle göz boyayan, yatırımların faturasını çeşitle vergilerle halka çıkaran AKP, uyguladığı ekonomi politikalarla 1990'ların orta sınıfını tamamen yok etti.86 milyon nüfusun yüzde 65'ini yoksulluk sınırının altında yaşamaya mahkum etti.
Nitekim uyguladığı ekonomik politikadaki tutarsızlık 31 Mart 2024'de yapılan yerel seçimlerde AKP'nin tarihi bir yenilgi almasıyla sonuçlandı.
CHP, %37,81 oy oranı ile 1977 yerel seçimlerinden beri ilk kez birinci parti oldu ve yerelde iktidar konumuna geçti. CHP başkent Ankara ve en büyük il İstanbul dahil 14 büyükşehirde seçimi kazanırken, AK Parti ise %35,48'lik oy oranıyla tarihinde ilk kez ikinci parti konumunda kaldı. Yeniden Refah Partisi ise girmiş oldukları ilk yerel seçimde ülke genelinde %6,19'luk oranla 3. parti olarak 1 büyükşehir, 1 il ve çok sayıda aldığı ilçelerle seçimde dikkat çeken bir parti oldu.
Bu seçim sonuçlarıyla belediye gelirlerinin büyük bölümünü yitiren ve seçmen karşısında "itibar kaybına" uğrayan AKP ve ortağı MHP; 2025 itibariyle uygulamaya giren vergi artışları ve yeni zamlara karşılık asgari ücretli ve emekli maaşlarındaki artışların yıllık enflasyon oranının yarısının bile altında kalmasına tepkileri, Suriye ve teröre çözüm politikalarıyla sindirmeye çalıştı.
Ana muhalefetin, asgari ücretli ve emeklilerin tepkilerini örgütleme girişimleri ve erken seçim çağrıları karşısında AKP lideri Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, CHP'li belediyelerin başarı grafiğinin yükselmesiyle SSK'ya olan prim borçlarını bahane ederek "silkeleyin" talimatı verdi. Ve ardında 31 Mart'da halkın oylarıyla seçilen bazı DEM Partili başkanların yanısıra, İstanbul'un CHP'li iki büyük ilçe Belediye başkanını, "terör irtibatlı" ve "rüşvet" iddialarıyla görevden aldı.
“Bu operasyonların süreceğini, sokağa çıkacak halleri kalmayacağını” söyleyen Erdoğan "Turpların büyükleri heybede" diyerek önümüzdeki operasyonun, karşısında yerel seçimlerde üç kez kaybettiği İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu'na yönelik olacağının sinyalini verdi.
Nitekim Erdoğan'ın "turp" mesajının hemen ardından CHP Gençlik Kolları Genel Başkanı Cem Aydın'a ifadesine başvurulmak üzere götürüldüğü İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nca yurt dışına çıkma yasağı ve haftanın üç günü ev hapsi verildi. İmamoğlu için de Kadıköy'deki hukuk panelindeki konuşmasına jet hızıyla soruşturma açıldı.
Erdoğan, AKP Lideri olarak üçüncü kez Cumhurbaşkanı adaylığı konusunda Anayasa değişikliği ya da erken seçim ikilemine sıkışıp kalmış durumda. Erdoğan; Anayasa değişiklini sağlamaya yönelik yeterli milletvekili tam sayısının beşte üçünü yani 360 evet oyu için Küçük ortağı Devlet Bahçeli'nin eliyle İmralı kartını çekip DEM'den medet umarken, yapılacak olası bir erken seçimde CHP'nin en güçlü Cumhurbaşkanı aday Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş karşısında seçilme şansını riske etmemek için tek çare "torbadan büyük turpları çıkarmak" kalıyor. Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı seçiminde kendisine zayıf rakip olarak gördüğü Özgür Özel'in karşısına çıkmasını istiyor.
Ancak Özel, gönlünde yatan aday İmamoğlu olsa da; ABB Başkanı Mansur Yavaş'ın da anketlere göre seçilme şansının Erdoğan'dan daha yüksek olması karşısında parti içinde ayrışmalara yer vermemek için 1 milyonu aşkın CHP üyesiyle Cumhurbaşkanı adayını belirlemeyi öngörüyor.
CHP Lideri aynı gün soruşturmalara sert tepki göstererek "Türkiye'nin şizofreni durumla" karşı karşıya olduğuna vurgu yaptı. "Biz buradayız. Hesaplaşacaksan, korkun yoksa getir sandığı milletten al cevabını. Millet ne diyorsa o olsun. Hodri meydan. Madem öyle getir sandığı. Partim hazır. Ben hazırım. CHP her şeyiyle seçime hazır. Adaylarımız hazır, adaylarımız hazır. Çıkarsın karşıma, alırsın cevabı. Alnınızı karışlayacak bu millet" diyerek erken seçim talebini yineledi.
Bundan sonraki gelişmeler ne yöne evrilir bilinmez ama iplerin daha fazla gerilmemesi toplumun daha fazla ayrıştırılması Türkiye'nin felaketi olur.
Bireyi ve toplumu suç ve ceza arasına sıkıştıran, "Halk beni değil, ben halkı denetlerim” anlayışında hayli başarılı olan Cumhur İttifakına karşı erken seçim isteyen CHP, tehlikeli bir sapağa girmeden parti içindeki muhalif bloğunu toparlayarak toplumsal paydaşlarla mücadele hattı kurmalıdır.
Türkiye'nin Anayasal Devlet sorunu, ancak karar ve yetkinin tek kişide değil halkın iradesi ortaya konularak çözülebilir.