1859 yılında, İsveç’in Uppsala kentinde bir çiftçi ailesinin çocuğu olarak doğan, Fiziksel Kimya bilimin kurucusu olan ve 1896 yılında da Nobel ödülü ile onurlandırılan Svante Arrheius,bir öngörü ortaya attı:Atmosferdeki CO2 birikiminin değişmesine bağlı olarak iklim de değişebilir.İnsanlık , bu tezi gündemine almak için 100 yıla yakın bir süre bekledi!WMO(Dünya Meteoroloji Örgütü),1979 yılında Birinci Dünya İklim Konferansı düzenleyerek ilk kez bu kapsamda bir sözleşme oluşturdu.Nihai amaç olarak da Atmosferdeki sera gazı birikimlerinin iklim sistemi üzerindeki tehlikeli insan kaynaklı etkiyi önleyecek bir düzeyde tutmayı başarmayı,katılımcı ülkelere iklim değişikliğinin kaçınılmaz etkilerine uyum sağlama konusunda yardımcı olmayı ve tarafların eğitim ve araştırma konularında işbirliği yapılmasını karara bağladı.Kyoto protokolüne giden süreçte de,bir düzine konferanslar sonrası Karbon dioksit (CO2), Metan (CH4), Diazot monoksit (N2O),Hidroflorokarbonlar (HFCs), Perflorokarbonlar (PFCs) ve Kükürt heksaflorid (SF6) gibi sera gazlarının azaltılması stratejileri belirlendi.
Bilindiği gibi bu sera gazları fosil yakıtları orijinli.Sömürgecilik ,kapitalizmin ve son iki yüzyıldır ortaya çıkan bilimsel gelişmelerin getirdiği endüstri devrimi, makineleşmiş üretim biçimini doğurarak, Avrupa'daki sermaye birikimini arttırdı,arkasından da , İngiltere başta olmak üzere Batı Avrupa, Kuzey Amerika ve Japonya bağlamında tüm dünya,sanayileri için gerekli enerji üretimini bahsi geçen fosil yakıtlar ile sağlayarak,hep birlikte atmosferdeki toksik sera gazlarının birikimine yol açtılar.Elbette,şehirleşme,ormansızlaşma ve aç gözlü arazi talanı bu birikim için olumsuzluğu katladı ve dünyanın yüzeyel sıcaklıkları gidererek yükseldi.Nihayetinde 19.yy ‘dan bu yana da sıcaklıkta rekor dereceler kayıtlara geçmeye başladı.Geleceğe yönelik yapılan iklim modellemesi ve projeksiyonlarında, 2100 yılında,dünyanın ortalama yüzey sıcaklığının 3.5 C°’ye kadar yükselebileceği ve devamla deniz seviyelerinde 15-95 cm arasında bir artış olacağı senaryoları sözkonusu.
Yapılması gereken ise,Hükümetler ve BM gibi karar verici uluslararası organların , insan ve doğal olarak sanayi orijinli sera gazları salınımını ,acil ve zaman kaybetmeksizin kontrol altına alınmasına yönelik radikal yaptırımları uygulamaya sokması.Ne yazık ki,iklim sistemlerindeki algılanabilir değişiklik durumu, zaman ölçekli olarak 50 -100 yıllık uzun süreleri gerektirdiğinden,insanlık bu sgörevin gereğini yapmakta aceleci davranmamaktadır.Ne de olsa etkilenecek olan zamane insanları ve hükümetleri değil,kendilerinden 3 kuşak sonra yaşayanlar olacaktır! Küresel iklim değişiklikleri ve Habitat daralmasının önlenmesi için, endüstriel üretim süreçleri ve yaşam biçimlerine yönelik radikal değişikliklerin şimdiden alınmamasının insanlığa maliyeti çok yüksek olacaktır ve şimdiki yetkililer,bu tarihi sorumluluklarını yerine getirmezlerse,maalesef insanlık tarihinde lanetlenmekten kurtulamayacaklardır.
Konunun çözümü elbette zorluklar taşıyor.Yaşadığımız yüzyılda eşi benzeri görülmemiş küresel afetler yaşıyoruz ve afetlerden etkilenenler ise çoğunlukla sosyoekonomik ölçekte geri ve azgelişmiş ülkeler.Soyları tükenen hayvanlar ve bitkiler de genellikle bu ülke sınırları içinde.Dolayısı ile bu ülkelerin gelişmeleri ve refah düzeylerini arttırabilmeleri için eğer fosil yakıt kullanmaları önlenecekse,bunun getirdiği rekabet dezavantajını bertaraf edecek finansiasyonun ,şu an kadar dünya aleyhine acımasızca kendi endüstrilerince sera gazı üreten gelişmiş ülkelerin telafi etmesi doğru bir yaklaşım olacaktır.Kıta Avrupası , Amerika dahil sanayileşmiş ülkelerin sera gazı arzının önlenmesi için gerekli maliyetleri paylaşmaları,küresel adalet için de bir gerekliliktir.
Ekolojik kriz,dünyadaki insan ekosistemini yok etme potansiyeli taşımakta.Ülkelerin sınırları ve gelişmişlik düzeylerinin ,onları korumadığını ,şu an yaşamakta olduğumuz CoVid19 pandemisi gibi 200 nm’lik bir virüs ile gördük,dolayısı ile küresel iklim değişiklikleri dünyadaki hiçbir devleti ve insanı es geçmeyecektir.Artan sıcaklık,kuraklık,kıtlık,deniz seviyesindeki kentlerin terkedilmesi ile kitlesel göçler ve sonrasıda ortaya çıkacak sağlık ve gıda güvenliği sorunları ile dünyanın başetmesi mümkün olmayacaktır. Bu bağlamda,1999 yılından bu yana atıfta bulunulan,küresel iklim değişikliklerine neden olan karbon salınımında,hangi ülkenin ne kadar payı olduğuna yönelik nüfus,sanayi ve teknoloji ölçeğinde hesaplamalar referansında ödenecek bedelin hesaplandığı ‘’iklim borcu,climate debt’’,çözüm yönünde yol almak için bir ilk basamak olabilir.