Aylardır seçim haberleriyle yatıp kalkıyoruz. Nihayet büyük gün geldi çattı. Bugün seçim yazmayalım, biraz tebessüm edelim dedim ama yine de seçim konusundan uzaklaşamadım. Yıllar öncenin bir secim anekdotunu paylaşmak istedim. Uğur Dündar'la birlikte yazdığımız 'Yalandan Kim Ölmüş' adlı kitabımızdan bir alıntı; "Zamanın Milli Selamet Partisi Genel Başkanı Necmettin Erbakan seçim öncesi yurt gezisindedir. Geziyi 7-8 gazetenin foto muhabiri ve muhabiriyle birlikte TRT Haber Merkezi'nin bir muhabiri ve kameramanı da izlemektedir. Gazeteciler Erbakan'ın miting yapacağı İç Anadolu kentine bir gece önceden giderler. Parti yetkilileri gazetecileri bir araya toplar. İl Başkanı gazetecilere; "Sizi kentimizde görmekten çok mutluyuz. Bu gece burada Hocamızın misafirisiniz. Konaklayacağınız oteldeki tüm masraflarınız Hocamızın talimatıyla bizim tarafımızdan karşılanacaktır"der. İl Başkanı gazetecileri otele götürür, yerleştirir. Otelden ayrılırken bir kez daha hatırlatır; "Otel ücretleri ve otelin restoranında yiyeceğiniz yemekler Hocamız tarafından karşılanacaktır. Ancak takdir edersiniz ki alkollü içkileri ödememiz mümkün değildir. Hocamızın talimatıdır. İsteyen istediğini içebilir, ancak biz yalnızca alkolsüz mesrubatları karşılayabileceğiz. İyi istirahatler."
İl Başkanı kibarca veda eder ve otelden ayrılır. Bu son konuşma basın mensuplarını rahatsız etmiştir.Yorucu bir akşamın birkaç kadeh içmeden geçmesi zordur. Mutlaka bir çare bulunacaktır.
Akşam yemekte toplanıldığında TRT Muhabiri garsonu çağırır, siparişleri verir. Siparişlerin arasında küçük bir şişe de rakı vardır. Garson talimatlıdır;
"Özür dilerim rakının ücreti ödenmiyor. Sizin ödemeniz gerekiyor"
Muhabir sorar;
-Rakı kaç lira?
-Dokuz lira efendim.
-Peki pilav, baklava kaç lira?
-Pilav iki, baklava iki buçuk lira.
Muhabir hesabı yapmıştır. Pişkinlikle garsona döner;
-Tamam kardeşim, getir rakıyı, iki pilav, iki baklava yaz. Anlaşıldı mı?
Garson biraz şaşkın,salonun diger ucunda yemek yiyen partililere bakar, yutkunur;
- Peki efendim.
Fikir masada çok tutmuştur. Sırayla herkes ikişer baklava, ikişer pilav söyler. Rakılar gelir, afiyetle içilir. Gecenin ilerleyen saatlerinde pilav-baklava tüketimi artar. Bu arada yemeğini bitiren partililer Genel Sekteter'in başkanlığında salondan ayrılırken basın mensuplarını selamlar, "Afiyet olsun!" derler. Gazeteciler de kendilerine kadeh aldırarak mukabele eder.
Ertesi gün parti yetkilisi otele hesabı ödemeye gelir. Fatura tahmin edilenin üzerinde bir rakamdır. Fatura ayrıntılarıyla incelenir; on kişi ellinin üzerinde pilav-baklava yemiştir. Partili otelciye bakar, otelci çaresiz ellerini iki yana açar, kaşlarını kaldırır, hiçbir şey söylemez. Partili olayı anlamıştır. Yüzünde acı bir tebessum belirir. Hoca'ya hesabı nasıl vereceğini düşünür. Parayı öder, dalgın adımlarla otelden ayrılır."
İşte böyle o zamanın hoşgörüsü böyleydi. Şimdi yapın da bakın neler oluyor. Bir "Alo Fatih"e bakar. Anında kendinizi kapının önünde bulursunuz.