Zaman zaman televizyon reytinglerini inceliyorum. Doğal olarak akşam programları ve diziler en yüksek reyting alan programlar. Ardından haber ve haber programları gelmekte. Öğle kuşağı programları ise bir sonraki sırayı almakta.

Ancak bu her zaman böyle olmuyor. Bazı günler öğle kuşağı programlarının ilk sıralarda olduğunu görmekteyiz. Hatta öyle günler oluyor ki reytingde ilk üç sırayı alan öğle kuşağı programlarına rastlıyoruz. Nedir özellikleri bu programların? Özellikle ev kadınlarına, çalışmayan kadınlara yönelik programlar. Buna karşın emekli ve erkek izleyicilerin sayısı da hiç az değil bu programların.

Nedir özellikleri bu medyada sözü çok edilen programların derseniz (Eylül ayında yayınlanan, reytinglerde ilk sıraları alan bu programların birkaç tanesini videolarından izledim.) Aile içi çirkin ilişkiler var, gizli aşklar var. İhanetler, tecavüzler, DNA raporları var, cinayet var, dolandırıcılık var. Halkın her gün yaşadığı gerçek sorunlar var mı derseniz ? Bir tek o yok.

Peki nedir bu yüksek reytingin gerekçesi? İzleyiciler bu programlarda bazen kendilerinden bir şeyler buluyor, bazen yalnızlıklarını giderip dertlerini unutuyor, çoğu kez de dedikodu ihtiyaçlarını karşılıyorlar. Programlara katılan konuklar çoğunlukla yoksul, eğitimsiz kişiler. Köyden kente gelmiş, ne kentli ne de köylü olamamış bir kitle. Zaman zaman korkak , zaman zaman saldırgan kişiler.

Bir de yemek programları var. Evlere şenlik. Sanırsınız ki seçim arenası. Konukların bir tek ellerinde kepçelerle birbirlerine saldırmadıkları kalmış.

Peki ya sunucular? Onların derdi yalnızca yüksek reyting. Çok yüksek paralar kazandıkları söylenmekte. Elbette karşılığında çalıştıkları kanallara büyük paralar kazandırıyor, yüksek reklam gelirleri sağlıyorlar. Reyting uğruna konuklarına acımasızca davranıyor, onları aşağılıyor, zaman zaman hakaret ediyorlar. Stüdyodan konuklarını kovan sunucuları dahi görüyoruz. Bir film yarışması programında ödül alan yönetmene ağır hakaretler ederek, bozkurt işaretiyle stüdyoyu terk eden TRT sunucusunu da gördük bu ülkede.

Bunlar bizim sunucular. Bir de dış dünyadan Amerika Birleşik Devletlerinden bir sunucu; Oprah Winfrey. Tüm zamanların en fazla tanınan ve kazanan sunucusu. Servetinin 3 milyar dolara yakın olduğu biliniyor. 1971 Yılında Nashwille kentinde yerel bir radyoda başlayan meslek hayatını 1986 yılından itibaren ünlü OWN kanalında taçlandırdı. 2011 yılına dek programını her hafta yaklaşık 42 milyon kişi izledi. Yeteneği ve kararlılığı O'nu zirveye taşıdı. Programlarında yoksul kadınların sesi oldu. Onlarla beraber güldü, onlarla beraber hüzünlendi, onlarla beraber ağladı.
Çok sayıda Emmy ödülü aldı. İki kez Oscar'a aday gösterildi. Acının ve büyük zorlukların onu nasıl geliştirdiğini, zenginleştirdiğini ve bugünkü Oprah olmasında nasıl rol oynadığını yazdığı ''Artık Biliyorum’' kitabında anlattı.

Amerika içinde ve dışında binlerce öğrenciye burs verdi. Güney Afrıka'da okulları onardı, 50 bin öğrenciye gıda, giysi, kırtasiye yardımı yaptı, 63 kütüphane açtı. 'En büyük amacım eğitime ulaşamayanlara eğitim ulaştırmak' diyordu. Televizyonun gücünü keşfettiğinde onun bir 'Aptal Kutusu' olmaktan çıkarılabileceğini dünyayı değiştirebileceğini söylüyordu. Hala her gün kadınlara sesleniyor; ‘’Bir şeyleri değiştirin''

Şimdi bizde öğle kuşağı ile kadınlara yönelik programcı ve sunucularına sormak gerekiyor; Televizyon bir Aptal Kutusu mu, yoksa bir şeyleri değişirebilecek bir kitle iletişim aracı mı ?’’