Tam 7 yıl geçmiş aradan.
Organize suç örgütlerince düzenlenen suikastlara o kadar çok benziyordu ki tarihimizin en büyük katliamı.
Yıllardır Halkevleri üyesi 50 yıllık gazeteciyim.
50 yıl her demokratik eylemde, özellikle 1 Mayıslarda hastane, hapisane, gözaltı günleri hariç safımızı, yerimizi almışızdır. Onurla... Daha geçen hafta 50. Yıl Basın HİZMET ÖDÜLÜMÜ aldım.

Ama. Ne devrimcilikten ne halkçılıktan ne humanizmden ve vatan sevgisiden ve de Enternasyonalist yaklaşımdan vazgeçmedim. İşte benim gibi olan, düşünen milyonlar olmasına karşın benim yalnız ve güzel ülkemde maalesef sol sosyalist bireyler, örgütlenmeler ve partiler doğum yapamama sıkıntısı çektiği için ortanın solu ile idare ediyoruz.

Ama ne kadınların katledilmesine ne tecavüz ve tacizlere ne tarikatlara, tekke ve zaviyelere, intaharlara, Ege denizinin bir göçmen mezarlığına dönüşmesine, paraya, pula, faize, dövize bir karşı duruş sergileyen muhalefet ANKARA GAR KATLİAMININ TEZGAHLANMIŞ, DÜZENLENMİŞ BİR PROJENİN HESABINI sorabilir mi?
7 YILDIR NE YAPTI MUHALEFET, GİDEN 103, EBEDİ SAKAT KALAN ONLARCA, YÜZLERCE İNSAN HAKLARI, ÖZGÜRLÜK VE BARIŞ SAVAŞÇISI İNSANLAR için BU GÜN ÜLKEMİN EN BÜYÜK KATLİAMI ANKARA GAR KATLİAMININ 7. YILI ORADA İDİM. ÖNÜMDE UÇUŞAN KOL VE BACAKLARDAN AYAĞIMIN DİBİNE DÜŞEN KAFATASINA KADAR PANKARTLAR ÜSTÜNDE SEDYE GİBİ TAŞIDIĞIMIZ ağır yaralıların üstüne sıkılan biber gazı tarakaları hala kulağımda. Dakika dakika yaşadım... O günkü anı üzüntü ve heyecanımı gazetem 9 Eylul'de kaleme aldım. 7 yıl önce hemen 13 Ekim'de yayımlanan KATLİAMIN TANIĞIYIM başlıklı yazımı yeniden dikkatinize sunuyorum.
Umuda merhaba.

XXXX

Katliamın tanığıyım
Cuma gecesi saat 22.30

Güle oynaya, şarkılarla türkülerle yola çıktık İzmir'den Ankara'ya. Barışı haykıracaktık, savaşa hayır diyecektik, emek diyecektik, demokrasi isteyecektik.

Hepimiz heyecanlıydık. Ellerimizde paketler, börekler, poğaçalar, leblebiler... Nereden bilebilirdik 12 saate kalmadan demir leblebileri yiyeceğimizi...

Ankara yakınlarındaki Polatlı'da son molamızı verdiğimizde kadınlar makyaj tazeledi, saç baş düzeltti. Gizem'in saçını ördüm yandan yandan. Hepimiz hazırlandık Barış Mitingi için.
Cumartesi saat 09.30...
Ankara'dayız... Onlarca otobüs Ankara Büyükşehir belediyesi önüne park etti. Yürüdük...
Saat 10.00 sıralarında Ankara Garı'nın önüne geldik. HDP'liler halaya başlamıştı bile. Mitingin başlamasına ise bir saat vardı. Halkevci bir grup kadın arkadaşımla birlikte garın lavabosuna gittik. Erkekli kadınlı en az 100 kişi sırada idi. Söyleştik. Şakalaştık. 5 dakika sonra bombayla havaya uçacak olan yol arkadaşımız Berna Koç da yanımızda idi. Dışarı çıktığımda arkadaşların beni beklemeden gittiğini gördüm. Onları aramak benim kurtuluşum oldu. Gardan çıktığımda halay çekenlerin tarafına değil, ters tarafa yöneldim. O anda İzmir'deki eşimin dedikleri aklıma geldi.
“Yürüyüş kolunda ortalarda yürü. Çöp tenekelerinden uzak dur. Bunların ne yapacağı belli olmaz. Bomba falan koyabilirler.”
Katliamdan 15 saat önce cumhuriyet tarihinin en büyük kıyımını sezmişti sanki... Otobüste bu sözleri Gizem'e söyledim: Arkadaşlar da dikkkatli olsunlar diye... “Bir şey olmaz” dedi. Dönüş yolunda beni görünce “Oldu ya abla” dedi. Sesi acı dolu, yıkılmıştı.
Hızla çöp tenekesinden uzaklaşırken ilk bomba kulakları sağır edercesine patladı. “Yere yatın” diye bağırdık. Kendimi yere attım. Tam iki büyük çiçek tarhının arasına süründüm. “Panik yapmayın” diye bağırıyorduk. Saniyeler sonra ikinci patlama geldi. Panik başladı. Üst üste yığılmamak için ayağa kalktık.

Ayak ucumda kanlar içinde yatan genç kızı görünce olayın dehşetinin bilincine vardım, iki bacağından da oluk gibi kan akıyordu. Bir iki arkadaşı başına eğilmiş “Yok bir şey korkma” dedikçe o, kafasını kaldırıp bacaklarını görmeye çalışıyordu.

Titreyen ellerimle birkaç kere deklanşöre basıp ayaklarımı sürüyerek arkadaşlarımı aramaya başladım. Halkevi tişörtünü giymiş birkaç kişi gördüm. Yanlarına gittiğimde elele tutuşmuş güvenlik koridoru oluşturmuşlardı. “Dur girme abla” dediler, girdim. Sağlık Emekçileri Sendikası ve Türk Tabipleri Birliği üyeleri can çekişen bir gence suni teneffüs ve kalp masajı yapıyorlardı, parçalanmıştı.Yanında uzanmış yatan yüzü pankartla örtülmüş arkadaşına baktım. “Oğlum” dedim çığlık çığlığa. Oğlum olabilir mi?

O sırada tarama sesleri duyuldu. Polis ölü ve yaralıların da olduğu tarafa biber gazı sıkıyor, havaya ateş ediyordu. Ellerim titriyor, telefon tuşlarına basamıyorum. Terler gözüme giriyor görüşümü engelliyor. Ayşenur Aslan'ı aradım, Halk TV den. “Bizi bombaladılar, devlet bizi koruyamadı, burada ölüyoruz. Tüm dünyaya duyurun” dedim.

Saat 10.30 sıralarıydı. Canlı yayına bağlanıp yaşananları anlattım. Sonra gardan uzaklaştım. Ayağıma takılan sert şeyin bir kafatası parçası olduğunu gördüğümde yeni bir şok dalgası geldi. Oğlum yeniden aklıma geldi. Onu bulmalıydım. Telefonu cevap vermiyordu. İzmir'i, eşimi aradım. “Bul onu” dedim. Kızım soluk soluğa aradı. “Anne yakınınızdayım. Geliyorum” diyordu. Ortalık savaş alanına dönmüştü. Halkevci arkadaşlar pankartların üstüne yaralıları yatırıp özel araçlarla, taksilerle hastanelere gönderiyorlardı. Ambulanslar ancak 20 dakika sonra gelebilmişti çünkü. Gençlik Parkı'nın içinden çöp bidonlarından uzak durarak yürüdüm. Her taraf kan ve ölüm kokuyordu. Polis her tarafı tutmuş kuş uçurtmuyordu. Parktan bir saat çıkamadım.
O sırada öğrendim; oğlum hastaneye götürdüğü yaralılara kan veriyormuş. Ben de önce Hacettepe Hastanesi'ne sonra Numune Hastanesi'ne koştum. Her iki yerden de A pozitif olduğu için kan almadılar. Benden önce koşanlar stoklamışlar. Ancak negatif ihtiyacı çok fazlaydı. Ağlayan erkekler kadınlar, gençler, yakınlarını kayıplarını arayanlar, ölüm haberi alıp ağıt yakanlar...
HalkTV ikinci kez canlı yayına çağırdığında bunları söyledim. Numune Hastanesi'ne kızım Eylem ve damadım gelip beni alıp götürdüklerinde arkamda hıçkırıklar ve ağıtlar bıraktım. Kızılay'a geldiğimizde polis basın açıklaması yapmaya çalışan bir gruba müdahale ediyordu. Halkevci arkadaşlarım Mülkiyeliler'de idi. Oraya gitmeliydim. Tam derneğin önüne geldiğimizde biber gazı fişekleri uçuşmaya başladı. Dumanlar havayı kapladı, genzimize kadar yandık. Mülkiyeliler'e girmem olanaksızdı. Geri dönüp taksi ile otobüslerimizin olduğu yere gittik. Kızım beni bıraktı ve kan vermeye gitti. Mülkiyeliler'den sağ sağlim gelebilen arkadaşlarım otobüse binince kırılmış, dökülmüş ama dimdik ve bilenmiş olarak İzmir'e dönmek üzere hareket ettik. Bir kişi eksik döndük Ama yine haykırıyoruz.
İnadına barış.
Kahrolsun faşizm...