Trump'ın Kudüs ile ilgili olarak aldığı kararın perde arkasını iyi incelemek gerekir. Trump seçim kampanyası süreci içerisinde kendisini destekleyenlere seçildiği takdirde "neler" yapacağını seçilmeden açıklamıştı. Bunlar arasında Obama yönetimi sırasında yürürlüğe giren önemli bazı yasaları (sağlık reformu gibi) iptal edeceği, kaçak göçmen girişini önlemek için Meksika sınırına duvar yapacağı, NATO üyelerinin örgüte katkılarının eşit düzeyde olması gerektiği, her konuda finansmanın ABD'den beklenmesinin doğru olmadığı, vergi reformu yapacağı kampanyanın akılda kalan vaatleri arasında bulunuyordu.
"FIRST AMERICA" önce Amerika sloganı altında küreselleşmeyi değil ulusallaşmayı öngören bir politikayı benimsedi. Sloganın sahibi kampanya süresince kendisine destek veren SİLAH LOBİSİ idi. Trump'ı yönlendirmeyi başaran bu lobi, Pasafik'te Kuzey Kore Başkan'ı Kim'i hedef yaparak Japonya ve Güney Kore'yi silahlandırma konusunda anlaşma zemini oluşturmuştur. Aynı lobi Suudi Arabistan'la Katar arasındaki anlaşmazlığını körüklemiş, bizzat Trump araya girerek her iki ülkeye toplam 400 milyar dolarlık silah satışı sağlamıştır. Sürekli yeni anlaşmazlıklar arayışı içerisinde olan bu lobi Trump'un Kudüs'le ilgili açıklaması sonrası bölgenin dinsel bir çatışma alanı haline dönmesini avuçlarını okşayarak bekleme sürecine girmiştir.
Buna karşılık hesaplarını 2040 yılına göre ayarlayan PETROL LOBİSİ Pasifik ve Orta Doğu'daki stabil durumun devam ettirilmesi gerektiğini belirterek bunun savaşla değil barışla mümkün olabileceğini belirterek izlenen bu politikaya karşı çıkmakta bunu Senato dahil her platformda dile getirmektedir. Vaatlerinden yalnızca vergi reformunu gerçekleştiren Trump’ın, iç politikada girdiği açmazı, Kudüs hamlesi ile öteleme yoluna girmesinin sonucunu LOBİLERİN SAVAŞI belirleyecektir.