Şevvalnur Arıkan/Trans bireyler Türkiye’de sosyal olarak ve iş bulmakta zorluk yaşadıklarını söylüyorlar. Konu ile ilgili yaptığımız röportajda, yüksek lisans öğrencisi Deniz H. ve ses sanatçısı Melis Y.; düşüncelerini dile getirdiler.
Türkiye’de diğer kırılgan ve dezavantajlı grupların maruz kaldığı ayrımcılığı da göz önünde bulundurarak, trans birey olmayı nasıl tanımlarsınız?
Deniz H.: Türkiye’de trans birey olmayı tek bir kavram çerçevesinde tanımlarsak, coğrafi etkenler yüzünden zor. Transseksüel kadın olmak eşittir zor demek Türkiye’de. Bunun dışında toplumun fetişist ürünü olmak demek. Bu toplumun tanımladığı şekilde. Benim tanımladığım şekilde ise Türkiye’de transseksüel kadın olmak bir direnme biçimidir.
Karşı karşıya kaldığınız nefret söylemlerinden bahsedebilir misiniz?
Deniz H.: Daha anlamlı uygun olması için şöyle örnek vereyim: Hepimizin kullandığı tanışma uygulamalarında karşılaştım. “Tinder, Happn, Badoo” gibi. Kurucu şirketler uygulamada cinsiyet kimliği ve cinsel yönelimi seçmeye izin veriyor, uygulamada bunları seçebiliyorsunuz. Fakat kullanıcılar sizin cinsiyet kimliğinizi, yöneliminizi görmesine rağmen inatla transseksüellik ile komik olduğunu düşündüğü şakalar yapıyorlar. Sosyal medya üzerinden en büyük nefret söylemi ile bu şekilde geliyor. Tabii Twitter, Facebook gibi sosyal mecralardan da geliyor. Maalesef ki devletimizde çeşitli süreçler işliyor bizler için. Transseksüel geçiş sürecine başladıktan minimum 3-4 yıldan sonra kimlik alabiliyorsunuz. Toplumda mavi kimlikle pembe görünümlü bir şekilde gezmeye devam ediyorsunuz. Bunun da en büyük dezavantajı kamu binalarında gerçekleşiyor. Transseksüel bireyler hastaneleri kullanmak zorunda. Sosyal medya dışında yaşadığım en büyük nefret söylemi hastanelerde karşıma çıkıyor. Sağlık çalışanlarının sanırım toplumsal cinsiyet çalışmalarına dair alamadıkları eğitim yüzünden garip karşılayabiliyorlar sizi. Oradaki çalışanlar kimliğinize sahte muamelesi yapabiliyor ya da bir transseksüele karşı nasıl davranacaklarını bilmedikleri için nefret söylemi içerisine girebiliyorlar. Aynı şekilde nüfus müdürlüğü gibi yerlerde de kimliğimize sahte muamelesi yapabiliyorlar. Bu nefret söylemini doğuran şey; kişilere eğitim sürecinde “bu ülkede transseksüel vatandaşlar var, bu insanlarla da karşılaşabilirsiniz” denmemesi.
Toplumun geçmişe göre trans bireylere karşı farkındalığının arttığını düşünüyor musunuz?
Deniz H.: Evet, farkındalığın attığını düşünüyorum. Bu hem içinde bulunduğumuz teknolojinin de bir artısı diye düşünüyorum. Çünkü teknoloji geliştikçe kendinizi daha fazla ifade edebileceğiniz alan oluştu. Bu sayede sizi daha fazla anlamlandırabildiler ve anlayabildiler. Bu yüzden bir farkındalık arttı. Anlamlandırma ve anlayabilmenin en belirgin özelliği yürüyüşler ve basın açıklamaları. Bunların hepsi hem sosyal medyada hem yerel hem de ulusal basında yer alınca; bütün LGBTİ+ Komünite anlamlandırılabilir hale geldi.
Melis Y.: Günümüzü ele aldığımızda Avrupa’da ve Amerika’da hâlâ bir transfobi var. Oraya giden arkadaşlarımla ya da internet üzerinden konuştuğum orada yaşayan insanlarla olan konuşmalarımda anlattıklarına göre bunları söyleyebiliyorum. Ancak Türkiye, araştırmalara göre nefret düzeyindeki transfobide dünyada 2’nci sırada. Araştırmadan böyle bir sonuç çıkmasına şaşırdım mı? Hayır. Çünkü çok ülkemizde çok fazla trans cinayeti işleniyor.
Dün bir psikolog arkadaşımla konuştuğumda şöyle bir olay anlattı: Bir adam, karı-koca ilişkisi yaşadığı trans bir kadınla ilişkisini bitiriyor. Daha sonra adam, arkadaş grubuyla birlikteyken trans kadınla karşılaşıyor. Adamın arkadaşları kadını taşlıyor ve o şahıs da eski sevgilisini tanımazdan gelerek o da taş atıyor. Açıkça söyleyeyim; bu durumda karaktersiz olan trans kadın değil o şahıs. Bizler duygu ve düşüncelerini saklamayan, net söyleyen ve beyan eden insanlarız. Zaten bu yüzden kendimizi açığa çıkartıyoruz. Rol yapamıyoruz. “Erkek değilsin, kadın rolü yapıyorsun” anlayışı var. Hayır böyle bir şey yok. Bizler ‘Erkek rolü yapamadığımız için’ kendi bedenimize ters düşüyoruz aslında.
Trans bir birey olarak yaşantınızı devam edebilmek adına iş bulma sürecinde neler yaşıyorsunuz?
Deniz H.: Toplumsal femineni üzerinde taşıyan ama biyolojik cinsiyeti feminenden kopuk toplumsal maskülene yakın biri olunca hele ki kamusal kimliğin (kimlik kartı) bir erkek kimliği olunca, maalesef ki kurumsallaşmış şirketlerde iş bulma olasılığınız düşüyor. Onlar da sizi anlamlandıramıyor ve ne yapacaklarını da bilmiyorlar. Bu da doğal olarak fobiye neden oluyor. Transseksüel korkusuna ve nefretine dönüşüyor.
Hayatımda sigortalı bir şekilde, kurumsallaşmış şirkette toplamda 1 yıllık bir çalışma geçmişim var. “Güzel bir iş bulmuşken neden devam etmiyorsunuz?” diye soracak olursanız ise sürece başladıktan ve daha feminen bir görüntü elde ettikten sonra şirket içinde itibarsızlaştırılmaya başlandım. Ve bunun da yine trans fobi kaynaklı olduğunu düşünüyorum. Orada yaşadığınız şeyler yüzünden, başka bir şirkette çalıştığımda ‘aynı şeyleri yaşayacağım’ korkusuyla evde oturmayı seçiyorsunuz. Kamusal alan yerine ‘özel alanda neler yapabilirim?’ diye düşünüyorsunuz. Özel alanda da o mahpus kader sizi karşılıyor ve size diyor ki: “Seks işçiliği dışında başka hiçbir şey yapamazsın!”. İsteğe bağlı gelişmeyen bir süreç oluyor. Sonuçta hayatta kalmak zorundasınız.
Melis Y.: Şöyle bir algı var: ‘Trans isen seks işçiliği yapacaksın’. Alakası yok. Ben müzisyenlik yapmaya çalıştım ama sokakta darp edildim. “Siz Allah’a inanıyor musunuz?”, “Sizi vurdurturum”, “Seni sokaktan menediyorum” gibi sözler sarf ederek üzerime yürümesi, benim kendisini uzaklaştırmaya çalışmam ve yine de bana doğrudan doğruya fiziksel şiddet uygulaması gibi olaylar bizi seks işçiliğine zorlamaktır aslında. Bu kişinin niyeti belki beni doğrudan seks işçiliğine zorlamak değil ama bu hareketleriyle aslında yaptığı şey, beni seks işçiliğine zorlamak oluyor. Belki o beni güya bir günahtan kurtarmak istedi. Ancak çok yanlış bir şekilde yaptığını bilmiyor. Bu, bizi cinsiyet kimliğimizden vazgeçirmiyor. Tam aksine bizim daha fazla öfke duymamızı, böylece kendimizi toplumdan soyutlanıp insanlarla olan uyum sürecimizi son derece olumsuz etkiliyor.
Açıkçası bir şeyi ne kadar çok bastırırsanız o kadar kötüye gidiyor. Bir şeyi görmezden gelmeye çalışırsanız onun iyileşmesini sağlayamazsınız. Kangren olan parmağı görmezden gelirseniz tüm vücuda yayılır.
Tüm bu nefret söylemlerinden sonra, medyadaki temsiliniz hakkında ne düşünüyorsunuz?
Deniz H.: 90’lar ve 2000’lerin başındaki Türkiye’de medyanın algılayamadığı bir süreç işletildi ve bunu algılayamadığı için nasıl haber yapılacağı bilinmiyordu. Nefret söylemiyle atılmış garip garip haber başlıkları ile karşılaşıyorduk. ‘Travesti dehşet saçtı’, ‘Travesti terörü İstanbul sokaklarında’ gibi söylemlerle karşılaşıyorduk. Peki bu durum düzeldi mi? Kişisel fikrim düzelmediği yönünde. Çünkü özellikle yeni medyayı kullananlar, örneğin Twitter’ı kullananlar eski dönemde kullanılan haber başlıklarına maruz kalabiliyorlar. Komüniteniz hakkında, camianız hakkında yapılan bu haber başlıklarının sizde de kalıcı etkisi oluyor. Haberin öznesi olmasanız da… Ama cinsiyet kimliğinize doğrudan bir saldırı ve nefret söyleminin olduğunun farkında oluyorsunuz.
90’larda gazetelere atılan manşetler, 2015’ten sonra şaka kültürünün ürünü haline geldi. Şaka kültüründe bunlar gülünecek bir noktaya geldi. Bunlar gülünecek şeyler değildi ve bizleri ötekileştiren, ayrımlaştıran korkunç başlıklardı.
Bu haberin kitlesi bilsin ki; sosyal medyada transseksüeller, klavyenin başında yazdığınız bütün nefret söylemi cümlelerinizi evlerinin içlerinde ve özel alanlarında acı çekerek karşılıyorlar. Bu nefretin nedenini algılayamıyorlar. Bu nefrete çözüm bulmak için hâlâ uğraşıyorlar.