Normal, makul, kerterizini yitirmemiş herhangi bir ülkede 10 yıl önceden hazırlıklarına başlanır, memleket kocaman bir forum salonuna dönüşürdü. Estetik kaygı, incelikli zevk, yüksek görgü ve yurtseverliğin coşkusuyla düzenlenen kutlama etkinlikleri kadar, “100'üncü yılda neredeyiz, bundan sonrasında ne yapmalıyız?” sorusuna yanıt arayan düşünsel içeriği tam, konuşanları mümkünse akıl fikir sahibi, ahalisi duyarlı buluşmalar gerçekleştirilirdi. Cumhuriyetle sorunluların egemen oldukları bir süreçte yaşanan 100'üncü yıl, ne yazık ki geleceğe hiçbir iz bırakmadan geldi, geçecek. Egemenlerle yandaşları olaya böyle bakıyor da, böyle bakmadığını iddia edenler, partiler, yerel yönetimler, demokratik kitle örgütleri falan ne yaptı ve ne yapıyor? En acısı, bunları merak eden, hesap soran var mı?

***

Kurtuluş Savaşı, sanıldığı gibi yalnızca militarist bir hesaplaşma değildir. Bunun için önce “kurtuluş” kavramının içini doldurmak gerekir. O savaş aynı zamanda sosyal, kültürel, sanatsal, ekonomik gecikmişliğe, evrensel değerlerden uzaklaşmaya, yaşam algısı fukaralığına, bireysel ve toplumsal kaliteyi engelleyen her türlü geri kalmışlığa da açılan, hepsine dair “kurtuluşu” amaçlayan bir savaştı. Bunu anlamak için Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün öngörülerini, eylemlerini, öncülüğünü ve bu bağlamda ömür tüketenleri, bedel ödeyenleri okumak, anlamak ve yüzleşmek gerekir.

***

Sanatı yalnızca “körfezdeki dalgın suya bakmak” mealinde tanımlayanlar bunu bilemez. Bu ülkede henüz savaş meydanlarının dumanı tüterken, işe dilden, kültürden, sanattan başlamanın meramını anlamadan, bu ucuzluk ortadan kalkamaz. Neden ilk ve en büyük girişimlerin başında sanat kurumlarının, akademik yapılanmaların, insan kaynağı yaratmak için çırpınmaların geldiğini bilmeden, hiçbir sanat emekçisi, “Ben bu ülkenin sanatçısıyım” havasında dolaşamaz. Şımarıklıktır, kişiliksizliktir, ayakları yere basmayan ve esasında düşünsel ve estetik hiçbir değer taşımayan oyalanmalardır. Kanıtıysa, bütün bunların farkında olarak üretenlerin yarattığı ve bu tiplerin kapısına bile yaklaşamayacağı sanat bahçemiz ve birikimlerimizdir.

Sanatın hemen her alanıyla yüzlerce yıllık gecikmelerle tanıştık. Elbette, saray ile soytarılarının kendi aralarında anlamaya çalıştıkları ama halka zırnık bile koklatmayan teşebbüsleri vardı. Elbette halkın da, üretim ilişkileri ve kültürel birikimlerinden beslenen, kendine özgü bir sanat algısı ve yaşamı vardı. Ama birincisi zorlama tanışıklık, öteki kapalılığın getirdiği kendini aşamamazlık batağına mahkûmdu. Söyleyecek sözümüz çok. Haftaya sürdüreceğiz.