Bu yazı için pek çok tüphanelerimiz, köşe yazıları başlık düşündüm.

Hepsini kapsayan başlık, ancak ve ancak bu yazının öznesi olabilirdi. Tanıyanlar, iş ve yol arkadaşlığı yapanlar, öğrencisi olma şansını yakalayanlar, onun
bir yazıda anlatılamayacağını benden iyi bilirler. Bu işe, kitabı sayesinde cesaret edeceğim.

28 Haziran’da İzmir Gazeteciler Cemiyeti’nin 79. ve gazetemizin 13. yılını Havagazı Fabrikasında kutladık. Kutlamak, günümüz koşullarında ve yaşananlar karşısında son derece anlamsız bir sözdür. Hayata, insana, memlekete ve yeryüzüne dair umut, cesaret ve dayanışma tazeleme buluşmasıydı demek, kuşkusuz en doğrusudur. Bir kere daha içinde yer almaktan, “gazeteci” olmasam da su içinde kırk yıldır “yazar” olarak eklen- meye çalışmaktan onur duyduğum bu olağanüstü mesleğin, tüm emekçilerini saygı ve sevgiyle anıyor, selamlıyorum.

O gece mesleğe ömür verenler onurlandırıldı ve çeşitli dallarda yıl içinde başarılı görülenler, “Hasan Tahsin Ödülleriyle” yeni yolculuklara uğurlandı. Hepsini bir kere de buradan kutluyor, gönülden alkışlıyorum. Ben de bir ödülle onurlandırıldım. Hayır, sahnede ve herhangi bir proto- kol mensubunun elinden almadım. Ödülümün adı, 50 yıllık biri- kimden ipuçları ve örnekleriyle donatılmış 272 sayfalık bir kitaptı. Adı: “Yazabilirsen YAZ GAZE- TECİ YAZ”, yazarı Tülay Cengiz’di ve incelik dolu sözlerle bana armağan edilmişti.

Size uzunca anlatıp, okuma keyfinizi kaçırmayacağım. Ama “Bir solukta okuma” deyimini bir daha kanıtladığını ve yaşattığını vurgulayarak işe başlayacağım. Acilen okunması gereken bir ya- pıt olduğunu da önemle ve özel- likle belirteceğim. Bunun pek çok nedeni var.

Biz belleksizleşmesi için elden gelenin yapıldığı, gerçeklerin taammüden ters yüz edildiği, hamaset ve lafazanlıkla yetinmenin dayatıldığı, hayattan ve insan- dan kopuk yaşamanın pazarlandığı bir ülkede yaşıyoruz. Bunda gazeteciliği, basının ya da med- yanın büyük payı var ve bu du- rum iki biçimde yaşanıyor. Bu tuhaflıkları reddeden onurlu ve na- muslu basının cezalandırılması ve bu tuhaflıkların kendine “basın” diyebilenler sayesinde ma- kulleştirilmesi, tezgâhlanması... Cengiz’in kitabı bu gerçeği, 70’lerde başlayıp bugünlere gelen bir yolculukla, her iki cenahta ve de “Güler misin, ağlar mısın?” örnekleriyle ortaya koyuyor. Yaz- dıklarını okudukça, bu olumsuz tablonun bir günde ortaya çıkmadığını, nasıl ilmek ilmek örül- düğünü bir kere daha görüyor, anımsıyoruz.

Cengiz, 50 yılı aşan gazeteci- lik serüveninden kimi çarpıcı olayları ve kişileri anlatırken, yalnızca bir gazetecinin hatıratından değil, bir şehrin, ülkenin ve hatta dünyanın son yarım yüz yılından söz ediyor. 12 Mart ve 12 Eylül faşizminin işkencehanelerinden Libya çöllerine, Muhsin Batur’dan Turgut Özal’a, Kaddafi’den Kastro’dan Osman Özgüven’e, “Asfalt Osman”dan “Bok- sör İhsan”a Özfatura’ya, Çocuk Islahevlerinden Cinci Hocalara, Uğur Mumcu’dan Mustafa Ekmekçi’ye, Aziz Nesin’den Rıfat Ilgaz’a Asım Bezirci’ye, nihayet günümüze... Saymakla bitmez olaylar ve özneler arasında dolaşırken, “Çağına tanıklık” sözünün yaşayan ve yaşatan bir örneğiyle baş başa kalıyorsunuz.

Ne var bunda, böylesi içeriğe ve anlatıma sahip pek çok kitap var, diyebilirsiniz. Haklısınız. Kütüphanemiz köşe yazarları derlemelerinden seyahatnamelere, pek çok değerli gazetecinin kitaplarıyla dolu. Ama içlerinden neredeyse yok denecek kadar azının yazarı, Tülay Cengiz gibi “Kadın, gazeteci, sosyalist” nitelikleriyle donatılmış bir kimlik taşıyor. (Örneğin Işıl Özgentürk’ü asla tükenmeyecek bir sevgiyle selamlıyorum) Bu nite- likleri bir yürekte ve beyinde toplayarak, asla vaz geçmeyerek, hayata ve insana armağan ederek yürümek, sözde çok kolay hayatın pratiğinde çok zordur.

Can Dündar, Haluk Şahin ve Akın Birdal’ın sunu yazılarıyla başlayan kitapta, gazeteci olmaya karar vermiş ve bu inadından asla vaz geçmemiş genç bir kızın, hem mesleğinin, hem dünya görüşünün olanca yüküne, faşist darbelerin insansızlığını ve insafsızlığını ekleyerek nasıl direndiğini okuyacaksınız. Bir kadının, en büyük suçu faşizmin gadrine uğrayanları savunmak olan avu- kat kocasının, işkencehanelerden dönmesini nasıl beklediğini iliklerinize kadar yaşayacaksınız. Kitabın sonunda Tülay Cengiz ve Metin Cengiz’i kırk yıldır tanı- yormuş gibi seveceksiniz. Kocalarının Libya çöllerinden dönmesini bekleyen kadınlardan, Bulgaristan’da o dönemde yaşananların gadrine uğrayan ve göçmenliğin sürgünün ne demek olduğunu yaşayan kadınlara, Cengiz’in “Kadın gazeteci” duyarlığıyla nasıl yoldaş olduğunu, onların dertlerini nasıl dert edindiğini okuyunca, kuşkusuz benim gibi, gözlerinizin neden ikide bir yaşardığını anlamayacaksınız. İşte bu yüzden yazının başlığı Tülay Cengiz’dir. Tanış olmaktan, gülüşünden duruşundan feyz almaya çalışmaktan, hayata kardeş pencerelerden bakmaktan onur duyduğum değerli gazeteciyi saygıyla ve sev- giyle selamlıyorum. Bizi böylesine bir yapıtla buluşturduğu için gönülden teşekkür ediyorum.