“Meşru ve yasal siyasi partilere karşı, tarafsız ve eşit muamele mecburiyeti siyasi hayat emniyetinin temel şartıdır. Muhalefet güvence içinde yaşayacak ve iktidarın kendisini ezmek niyetinde olmadığından rahat olacaktır. Bu zeminde ben, devlet reisi olarak kendimi her iki partiye karşı eşit derecede vazifeli görürüm.”
Bu sözler Cumhurbaşkanına ait. Ne o? Şaşırdınız mı? Hayır hayır şaşırmayın. Bu sözler gerçekten cumhurbaşkanına ait. Ancak O, genç cumhuriyetin ikinci cumhurbaşkanı, Milli mücadelenin kahramanı İsmet İnönü...
Yıl 1947, Temmuzun 12'si. Tüm gazetelerde Cumhurbaşkanı İnönü'nün imzasıyla yayınlanan bir beyanname yer alıyor. Beyanname çok partili rejime henüz adım atmış, demokrasi sancıları içinde kıvranan, seferberlik yıllarının acılarını silmeye çalışan genç cumhuriyetin bir ibret vesikası.
Celal Bayar, Adnan Menderes, Fuat Köprülü öncülüğünde kurulan Demokrat Parti 1946 Seçimleri'nde yenilgiye uğramış, Meclis'te sert bir muhalefet yapıyor. Yayınladıkları 'Hürriyet Misakı' ile Anayasaya aykırı antidemokratik yasaların kaldırılmasını, yargı bağımsızlığının sağlanmasını, seçim sisteminin yeniden değerlendirilmesini, hükümetin ve idarenin tarafsızlığının sağlanmasını, parti başkanlığı ile cumhurbaşkanlığını birbirinden ayrılmasını talep ediyorlar. Bu talepleri yerine getirilmediği takdirde sine-i millete döneceklerini ifade ediyorlar.
Talepler hükümetten sert bir tepki görüyor. Başbakan Recep Peker, bir konuşmasında Adnan Menderes'i “Maraz bir psikopat ruhun ifadesi” olarak niteliyor. Böyle bir ortamda Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, Recep Peker ve Celal Bayar ile bir arada ve ayrı ayrı görüşmeler yapıyor. Uzlaşmaları için büyük çaba harcıyor.
Sonuçta yukarıda sözünü ettiğimiz 12 Temmuz Beyannamesini yayınlıyor. Her iki tarafın, iktidarın ve muhalefetin iddialarını dinlediğini ve her iki partiye de eşit mesafede olduğunu belirtiyor.
Günümüzle kıyasladığımızda tam 70 yıl önceki bu davranış ne kadar şaşırtıcı değil mi? Bir de günümüze bakın. İktidara ve muhalefete eşit mesafede olan bir Cumhurbaşkanı'ndan nerelere gelmişiz. Bakın Erdoğan milyonların adalet çığlıkları için neler söylüyor;
"Bu Adalet Yürüyüşü değil, gaflet yürüyüşüdür .
"Bu durum ülkemize kurulan tuzakların bir parçasıdır."
"Siz bu tavırla dikene su vererek zulmü yüceltiyorsunuz"
Geçmişlerindeki, millete rağmen siyaset yapma anlayışları sebebiyle demokrasi sicilleri zaten bozuk olanlar, şimdi işi bir adım daha ileri götürüp, millete karşı siyaset yapmaya başlamışlardır."
İşte 70 yılda katettiğimiz mesafe. Demokrasi nöbetlerine başlanacak şu günlerde demokrasinin en önemli ayağının adalet olduğunun unutulmaması gerekiyor.