9 Eylül’de yazmaya başlamanın üstünden geçen haftanın ve yazı sayısının toplamıdır. Gazeteci olmayan biri için, “Gazetecilerin Gazetesi”nde yazmanın büyük sorumluluğu ve coşkusuyla yaşanmıştır. Her yazıya başlamadan önce, adının altındaki “Gelecekten hepimiz sorumluyuz” şiarı, defalarca okunmuştur. Ne düşünülüyorsa, ne görülüyorsa, ne söylenmesi gerekiyorsa, bu sorumluluktan ve samimiyetten uzaklaşmadan, yazılmaya ve paylaşılmaya çalışılmıştır. “Sevgilim İzmir” bu çabanın mücadele cephesinin adıdır.
Milliyet Ege’de henüz üniversite öğrencisiyken başlayan ve bugüne dek Cumhuriyet Ege’den sOL’a, değişik dergilerden Kent Yaşam gibi internet medyasına “köşe yazarlığı” serüveninin son durağıdır. Neden kapandığını asla anlamayacağım ve onaylamayacağım Cumhuriyet Ege’den “teşekkür” edilerek ayrıldıktan sonra, sevgili dostum Atila Sertel’in önerisiyle yazmaya başladığım 9 Eylül, benim özgürlük ve bağımsızlık kalelerimden biridir. Zaman zaman kesintiye uğrasa da, 30 yıllık kalem emekçiliğine eklenen 200, yalnızca bir niceliği anlatmaz. Çünkü o aynı zamanda emeği, dayanışmayı, Atila Sertel’den başlayıp kadim yol arkadaşım Misket Dikmen ve yönetim kurullarıyla İzmir Gazeteciler Cemiyeti'nin duruşunu ve elbette varlıklarını her zaman hissettiren okurlarımızı betimler.
Akademik eğitimiyle, Devlet Tiyatrosu ve ikinci emekliliği hak edecek kadar süren TRT serüveniyle, bir sezonda en çok sahnelenen ve en çok yasaklanan yazar gibi tuhaf betimlemelerle geçen macerasıyla, TOBAV İzmir Başkan Yardımcılığıyla, hatta üç dört yıllık özel tiyatro teşebbüsüyle, benim asıl mesleğim oyun yazarlığı, dramaturgluk ve yönetmenliktir. Şair olduğum konusunda da, rivayetler vardır. Yazının hemen her türüyle geçen bir yaşamın özetidir bu.
“Yazının yetmediği yerde söz, sözün bittiği yerde eylem” bu özetin temelini oluşturur. “Bize nerede ihtiyaç varsa, orada olmalıyız” inancı ile ödün vermeden dillendirilmeye çalışılan ve yaşama biçimine dönüştürülen yurtseverliğin harmanlanmasıdır. Hal böyle olunca, bir tek işle yetinmek, kırk yıl önce yazdığı bir dizeyle ya da elde edilmiş ama eskimiş başarılarla övünüp, rantını kemirip durmak olanaksızdır. Asla tek gömlekle ve işle yetinmemek bu gerçekliğin sonucudur. 200 haftadan beri, işte bu birikimle gün ve gündem okunmakta, düşünceler okurlarla paylaşılmaktadır. En büyük gücünü ve esinini de, gelen eleştirilerden, düşünsel katkılardan ve yüreklendirmelerden almaktadır. Öyle ya, bizim ve ülkemizin, bizden başka kimi var?
Kuşkusuz öncelikle kültür ve sanattır asal meselemiz. Geçmişte yazdığım kimi yerlerde, şuna benzer eleştiriler alırdım: “Sizin işiniz, kültür ve sanata dairdir. Ama siz her konuya giriyorsunuz!” Onlara yanıtım özetle şöyle olurdu: “Haklısınız. Siz beni, kültür ve sanata dair yazayım diye davet ettiniz. Ben de, zaten onun için her konuya dair yazıyorum. Çünkü kültür ve sanat, yaşamdan ayrı şairanelik ya da çiçekten böcekten söz edip, apayrı bir dünya kurmak değildir. Çünkü sanat yaşamdır ve yaşamın içindeki her şey, sanatın bizzat ilgi alanını, eylemini ve hedefini belirler. Çiçek ve böcek dahil!” Sonra da eklerdim, “Her yazıda en az iki üç kitaptan, bilim-düşün-sanat insanından, işlerinden ve dediklerinden söz etmenin tek amacı da budur!”
Dünyanın kalitesini ve içine sokulmaya çalışıldığı ilkelliği anlamak için, coğrafyaları yönetenlerin entelektüel pespayeliklerine bakmak yeterlidir. Korkunç bir cehaletin, yobazlığın, zevksizliğin, vicdan ve akıl yoksunluğunun her gün kapımızı çalmasının, yaşamımızı zorlamasının nedeni budur. Bu kötücüllükte, emeğin, doğanın, insan haklarının, çağdaşlığın, laikliğin, kadının, çocuğun, gençliğin, eğitimin, bilimin, sanatın, hukukun, basının, özgürlük ve bağımsızlığın karşılığı yoktur. Din, ırk, kan, milliyet sömürüsü üstünden yürütülen insanlık dışı bir kampanya, dünyayı yeni bir Orta Çağ faşizmine zorlamaktadır. Yeryüzünün neresinde olursa olsun, buna direnmek insan olmanın gereğidir. Defterimizin önsözünde bu yazar.
200 bunların toplamıdır ve bundan sonra da sürecektir. Paylaşana selam olsun!