Bir 10 Kasım'ı daha geride bıraktık ama Atatürk'ün yokluğu her geçen yıl daha çok hissediliyor. Halk onun kurduğu değerleri her yıl daha çok anlıyor ve sahipleniyor. Ben bir efe torunuyum. Büyük dedem Nazilli’de Kurtuluş Savaşı'nda yıllarca Demirci Mehmet Efe ile omuz omuza savaşmış, esir düşmüş, Gazi olmuş.
Savaş bitip de etraf sakinleşince Demirci Mehmet Efe, dedemi yanına çağırmış, Nazilli’nin bereketli topraklarını göstermiş ve gözünün kestiği yeri seç, sana bağışlayayım, diye önermiş. Dedem, biz vatan toprağı özgür olsun diye savaştık Efem, bizim olsun diye değil, ben yerimde mutluyum, diyerek öneriyi geri çevirmiş. Sarılıp helalleşmişler. Sonra dedemin küçük köy evinde Gazi belgesini fareler yemiş, bir belgeyi koruyamadım, diye kendine çok kızmış, gururuna yedirip ilgili makama başvurup belgeyi yeniden çıkartmamış, Gazi maaşını hiç almamış... Biz böyle insanların torunuyuz. Bize vatanı dedem ve onun gibi gönlü zengin, dürüst, özgürlük düşkünü insanlar bıraktı. Ne zaman kendimi yenilmiş, umutsuz hissetsem dedemin bu hikayesini hatırlar, güç toplarım. Ümitsiz olmaya hakkım olmadığını düşünürüm. Onların emanetini korumak, hayallerini devam ettirmek zorundayız.
Çoğunluğun mucize olarak gördüğü şey, bir kişi için gerçeğin ta kendisi olabilir. Geldikleri gibi giderler, derken Atatürk için bu tamamen gerçeğin yansımasıydı. Onun keskin inancı, bunu imkansız görenlerin bile umudunu yeşertmişti. Ümidini yitirmiş bir halka yeniden bağımsız olmanın coşkusunu aşılayan bir lider, o ulusu zafere taşıdı. Bu hafta vizyona giren Atatürk filmini kızımla birlikte izlerken aklımdan bunlar geçiyordu. Orada cephede savaşan ve ölen, yaralanan insanlar birer hayal kahramanı değil; benim, sizin büyük dedelerinizdi. İlk kez bir filmin içinde ben vardım, atalarım vardı. Bu nedenle ilk sahneden başlayan duygulsallığım film boyunca devam etti ve 57. Alay'ın göründüğü yerde doruk noktasına ulaştı. Bu yapım ilk olarak bir dizi olarak kurgulandığı için olsa gerek, aralarda epey kopukluklar vardı. Örneğin Sarıkamış'ın sadece adı geçiyordu. Tarihi detaylı bilmeyen kızım ve yaş grubu için aralardaki tarihsel bağlantıları kurmak gerekiyordu. Cumhuriyet'in 100. yılını kutlarken tarihimizin ve Ata'mızın şanına yakışır bir film yapamamış olmak beni üzüyordu doğrusu. Evet, bu yapımın da eksikleri var ama iyi niyetli ve oldukça emek verilmiş bir eser olduğu da belli. Aras Bulut İynemli, Atatürk rolü için epey çalışmış, hakkını vermek için elinden geleni yapmış. Kim oynasa yükü çok ağır bir rol ne de olsa. Çok daha fazla kalemin bu dönemi anlatması, farklı yapımlarla tarihimizin gençlere aktarılması gerekiyor.
Bir AVM'nin içinde izlediğimiz filmden çıktığımızda, yabancı markaların etrafımızı nasıl sardığını görmek beni biraz üzdü doğrusu. Topla tüfekle yapılamayan farklı stratejilerle deneniyor. Peki biz, kendi markalarımız, yerel üreticimiz, çiftçimiz için ne yapıyoruz? Cevap herkesin içini acıtacak cinsten yazık ki.
Size bir de kitap önermek istiyorum. Yaşar Gürsoy'un kaleme aldığı, Atatürk'ün Kalemi Falih Rıfkı Atay, Destek Yayınlarından çıktı. En mesut Türkler, Atatürk yaşarken ölmüş olanlardır, diyen Atay'ın hayatını öğrenmek yakın dönem siyasetine de ışık tutuyor.