Akşam Cem Yılmaz’ın son filmini izleme şansı buldum. Cem Yılmaz filmlerini seven biriyim. “Ya bu ne biçim Cem Yılmaz filmi vallahi hiç gülmedim” demek öncelikle adamcağızın sanatçılığına hakarettir. Cem Yılmaz şöhretini ve parasını şovmenlikten kazansa da bu kadar ince bir zekaya sahip olmasının getirdiği entelektüel birikimini görmezden gelemeyiz...
Her kesimden insanı güldürebilen bir komedyen, inanın hepimizden çok daha fazla kendi içinde hayatı sorgulayan, varoluş kaygısındaki komedi ve acıyı aynı anda görebilme yeteneğine sahiptir. Egoları var mı? Elbette var ama en azından Okan Bayülgen gibi, ya da yeni yetme fenomencikler gibi sadece egodan ibaret değil...
Neyse gelelim filme. Şimdi “ Sen kimsin de film hakkında konuşuyorsun?” derseniz, 27 senedir hayatımı çoğunlukla görüntü işleriyle uğraşarak bir kısmını da yazarak kazanmış biriyim ve geri kalan zamanımı da izleyerek, öğrenerek, okuyarak geçirdiğim söylenebilir.. O yüzden en azından seyirci gözüyle fikrimi söylemekte muktedir olduğumu düşünüyorum...
Cem Yılmaz’ın “Do Not Disturb” filminde eski filmlerine göre çok daha düşük bir bütçe oluşturduğu ilk gözüme çarpan unsurlardan. Küçük bir otel, ufak bir sokak, az görsel efekt üstü bol diyalogla işi bitirmiş. Tabi işi bitirmiş derken öncelikle başlıkta belirttiğim yüksek diyalog kısmına değinmek istiyorum...
Bizim Türkiye’de pek az bir kitlenin benimseyeceği bol edebi hatta felsefi içerikli diyaloglar büyük bir dikkat çekiyor. Şapkadan tavşan çıkarır gibi Celal Kadri Kınoğlu’na bu rolü vermesi de çok önemli bir artı olmuş. Şahsen sırf Kınoğlu için filmi izleyebilirim. Ve dolayısıyla Kınaoğlu etrafına örülmüş diyaloglar benim filmi zevkle izlememe yetti...
Cem Yılmaz, filmde yine her ne kadar karanlık olaylar işlese de, o anları kapkara bir ekrana çevirmeden canlı, dinamik ışık ve renklerle vermeyi başarmış. Çünkü bazı yönetmenlerin doğal ışık sevdası bazen çok sıkıcı sahneler izlememize sebep olabiliyor. Biz onlar gibi profesyonel çıkış monitörlerinde filmi izlemiyoruz, haliyle çekim esnasında göze hoş gelen o loş kareler bize boş görünebilir...
Tabii tüm bu artıların yanında eksiler de var. Cem Yılmaz’ın filmdeki bu diyaloglarla vermek isteği ya da düşündürmek istediği mesajlar, biraz eğreti kalıyor. Bana göre sinemada bu empatiyi sağlamanın yolu, seyircinin o soruları kendine sorduracak çok daha psikopat senaryolardan geçiyor. ..
Cem Yılmaz'ın bir eksiği de maalesef erken yaşta yakaladığı şöhret yüzünden, sokaklarda rahatça dolaşamamasından kaynaklanıyor. Onun faydalanabileceği türden aşırı trajikomik bir hale geldi ki sokaklar, keşke herkes gibi bir kahvede ilgi odağı olmadan oturabilse de şu dünyanın havasını soluyabilse...
Cem Yılmaz’ın son dönemlerdeki kara komedi sevdası ise başka bir durumu sorgulatıyor. Düşük bütçeli yapımlar ekonomik mi? Yoksa başka bir yol arayışı mı? Eğer yaş aldıkça daha fazla kendini arayan bir Cem Yılmaz göreceksek bu ileride içindeki sufiyi de ortaya çıkarır mı? Ama şimdiden söylemeliyim böyle bir durumda bizim linç fetişisti sanat sevicileri, gözünün yaşına bakmazlar topla tüfekle saldırırlar.