19. yüzyılın ortasında kadın olmak, siyasetten ve toplumsal kararlardan tamamen dışlanmak anlamına geliyordu. Oy hakkı, mülkiyet hakkı, eğitim hakkı… Bunların hiçbiri kadınlara ait değildi. Ancak bu eşitsizliğe boyun eğmeyen bazı öncüler vardı. Onlardan biri de Susan B. Anthony idi.
Anthony'nin hikayesi, 1820 yılında Massachusetts'te, toplumsal eşitliğe derinden inanan bir Quaker ailesinde başladı. Babası, köleliğin kaldırılmasını destekleyen bir pamuklu dokuma imalatçısıydı. Bu ortamda yetişen genç Anthony, daha erken yaşlarda, erkek öğretmenlerin kadın meslektaşlarından çok daha fazla maaş aldığını görmenin yarattığı hayal kırıklığıyla eşitsizliğin ilk acı tecrübesini yaşadı. Bu deneyim, onun sadece kadın haklarına değil, aynı zamanda köleliğin kaldırılması ve içkiyle mücadele gibi diğer reform hareketlerine de yoğunlaşmasının fitilini ateşledi. Ancak, bir içkiyle mücadele toplantısında sadece kadın olduğu için konuşmasına izin verilmemesi, onun için bir dönüm noktası oldu. İşte o an, sorunun kökenine inmek gerektiğini fark etti: Bir kadının kamusal alanda söz hakkı olmamasının temel nedeni, oy hakkının olmamasıydı.
Anthony, 1851'de tanıştığı Elizabeth Cady Stanton ile birlikte, Amerikan kadın hakları hareketinin seyrini değiştirecek, elli yıllık sarsılmaz bir ortaklığa imza attı. Stanton, parlak bir yazar ve düşünür olarak hareketin felsefi temellerini atarken, Anthony ise hareketin örgütsel dehası ve yorulmaz hatibi oldu. Birlikte, eyalet eyalet dolaştılar, yasama organlarına baskı yaptılar, mitingler düzenlediler ve "Devrim" adlı haftalık bir yayın çıkardılar. Mottoları, amaçlarının netliğini yansıtıyordu: "Erkeklerin hakları ve daha fazlası değil; kadınların hakları ve daha azı değil."
Anthony'nin yaşamındaki belki de en çarpıcı eylemi, 1872 yılındaki başkanlık seçimlerinde oy kullanmasıydı. Seçim yasalarını ihlal ettiği gerekçesiyle tutuklandı ve kamuoyuna mal olan bir yargılamayla karşı karşıya kaldı. Mahkemede, "vatandaşlık ayrıcalıklarını ve dokunulmazlıklarını kısıtlayan" hiçbir eyalet yasası olamayacağını belirten Anayasa'nın 14. Ek Maddesi'ne dayanarak kendini savundu. Para cezası ödemeyi reddetti, ancak yargılanmasının bir üst mahkemeye taşınmasını engellemek için hapse atılmadı. Bu cüretkar eylem, kadınların oy hakkı mücadelesini ulusal bir tartışma konusu haline getirdi. Hayatının sonuna kadar, kadınlara oy hakkı tanıyan bir anayasa değişikliğinin Kongre'ye sunulmasını sağlamak için durmaksızın çalıştı. Bu değişiklik, onun anısına "Susan B. Anthony Değişikliği" olarak anılacak ve 1920'de onaylanarak 19. Ek Madde olarak ABD Anayasası'na girecekti.
Anthony, ne yazık ki bu zaferi göremeden, 1906 yılında hayata veda etti. Ancak ölümünden birkaç gün önce, 86. doğum günü kutlamasında yaptığı konuşmada söylediği o meşhur söz, hareketin geleceğine olan inancını özetliyordu: "Başarısızlık imkansızdır." Susan B. Anthony, sadece kadınlara oy hakkını getiren yasanın üzerinde bir isimden ibaret değildir. O, ayrımcılığın her türüne karşı duran, öğretmenlikten kölelik karşıtlığına, içkiyle mücadeleden kadın haklarına kadar uzanan bütüncül adalet arayışındadır. O, inandığı dava için toplumsal alaylara, düşmanca kalabalıklara ve yasal engellere göğüs geren, kararlılığın ve yılmaz azmin somutlaşmış halidir.
Bugün, modern dünyada cinsiyet eşitliği, eşit işe eşit ücret ve kadınların siyasette temsili gibi konuları tartıştığımızda, bu mücadelenin temel taşlarını döşeyen Susan B. Anthony'nin sesi yankılanmaya devam ediyor. O, sadece bir hak savunucusu değil, aynı zamanda gelecek nesiller için adaletin kazanılabilir olduğunu kanıtlayan bir ilham kaynağıdır.