Cahilin ferasetinde kurtuluş ve esenlik arayan üniversite hocalarını, onların yaratmaya çalıştığı dünyayı sessiz sedasız kabullenenleri dikkate almayınız. Düşünmek hâlâ ahlaki bir mesele, önemli bir eylemdir. Umberto Eco'nun Felsefe Tarihi, kısa bir süre önce yayımlanan sekizinci ve son cildi, sosyal medya, bilişim ve internet ortamının yarattığı güncel sorunlara dair metinleriyle göz dolduruyor.
Yunan tanrıçası Dedalus, eşsiz zekası, mimari dehası ve ölümcül labirent kurtulmasıyla bilinir. Güneşe ulaşayım derken balmumundan kanatları eridiği için Ege'ni serin sularına düşüp can veren İkarus, zeka denen şeyin babadan oğula geçmeyebileceğine bir kanıttır.
Dedalus'un adı edebi eserlerde sıkça anılır. Hatta James Joyce, ünlü romanı Ulysses'daki baş kahramanı Stephen'e malum tanrıçanın zekasına bir gönderme olsun diye Dedalus adını koymuştur. Lakin Umberto Eco'ya pek yakışmıştır Dedalus lakabı.
Edebiyat okurları onu Foucalut Sarkacı ve Gülün Adı'nın da aralarında bulunduğu yedi romanıyla sever. Ama mesela Eco'nun iyi okurları onun, Bizans ve Dördüncü Haçlı Seferleri'ni konu edinen Baudolino romanında İstanbul'a geniş yer ayırdığını, 1998 yılında romanın yazım sürecinde İstanbul'u ziyaret ettiğini ve burada önemli dostlar edindiğini bilir.
Kurgu eserlerinden öte, birçok yönüyle klasik çağların alim kişiliklerini hatırlatan sıra dışı bir entelektüeldir. Birçok eski ve yeni dile olan hakimiyetini her eserinde hissettirir: Aynı zamanda hakiki bir Orta Çağ uzmanıdır. Onun editörlüğünü ve kısmen yazarlığını yaptığı Orta Çağ ile ilgili eserleri artık birer kült eser mertebesindedir. 2019 yılında aramızdan ayrıldığında estetik, göstergebilim, dilbilim, sanat tarihi gibi alanlarda da önemli eserler bırakmıştır.
Unutulma hakkı diye bir şey var
Kısa bir süre önce yayımlanan sekizinci cildi ile tamamlanan Felsefe Tarihi üslubu, tarzı ve sorunları ele alışıyla Umberto Eco'nun en özgün ve faydalı eserlerindendir.
Özellikle bu son ciltteki bazı konu ve metin başlıkları, kör topal da olsa Cumhuriyetin geliştirmeye çalıştığı demokratik teamül ve geleneklerin bize tanıdığı haklarımızın son yıllarda yavaş yavaş elimizden nasıl alındığıyla ilgilenenler için başlı başına bir okuma nedenidir:
* Hakikat Etiği ve Şüphe Etiği
* İnternet Çağında Unutulma Hakkı
* Yurttaş Olmak
* Hak Felsefeleri
* Haklar ve Demokrasi
Bilgi sevgisinden "Bana felsefe yapma"ya!
Felsefe, eğitim sistemimizin dolaylı ve doğrudan hedef aldığı bir ilim ve irfan yoludur. Halkın bir kısmı, kendisine sunulan bu kolayca vasatlaşma ve sürüdeki diğer varlıklardan biri olma hakkı fırsatını hiç kaçırmamış, fikrince düşünsel meselelerle ilgilenmenin faydasızlığını diline doladığı "Bana felsefe yapma!" tabirinde somutlaştırmıştır.
Biz yine de halkın cehalette feraset uman ve o cahillik okyanusunda anlam bulduğunu iddia edenlere inat, neden felsefe ile ilgilenmemiz gerektiğini Umberto Eco'nun bu güzel eserinin ilk cildine yazdığı sunuş yazısının satır aralarından alıntılayarak anlatalım:
"Felsefe, etimolojik kökenine göre 'bilgi sevgisi' anlamına gelirse de, felsefeyi tanımlamak zordur çünkü bu kelimenin anlamı yüzyıllar boyunca değişime uğramıştır... antikçağdan günümüze insanlık bazı soruların cevabını bilim alanına bıraktıysa da, bilimin cevap veremediği bazı soruların da (örneğin iyilik ve adalet nedir, diğerlerine göre daha iyi bir Devlet fikri var mıdır, neden kötülük ve ölüm var, vesaire) felsefi araştırmaların konusu haline geldiğini söyleyebiliriz. Hatta felsefenin cevabı verilemeyen sorulan ele alan disiplin olduğunu söyleyenler de olmuştur... En dramatik felsefi soru da muhtemelen şudur: "Neden hiçlik değil de bir şeyler var?.." Normal insanlan da kendi kendine sorduğu, birkaç tipik felsefe sorusu: Bu dünyada adalet var mı? Neden acı var? Ölümden sonra, çektiğim acıların telafi olacağı bir hayat var mı? Benim sevgilim bana herkesten güzel görünür, ama güzel olmak ne demek? Herkesin eşit olması mı daha iyi, yoksa herkesin liyakat temelinde hakkını alması mı?.. Hayvanların ruhu var mı? Peki benim var mı? Peki ruh nedir?
Nerededir? Peki insan hafızasını kaybettiğinde neden ruhunu da kaybetmiş gibi olur?.. Dostluk, sevgi ve özdeşleşme ne demek? Neden aşık olduğum kişinin en mükemmel insan olduğunu düşünüyorum, oysa başka bir ofiste çalışsam veya başka bir şehirde yaşasam başkasını mı sevecektim?.. Bu gibi sorulardan sonsuza kadar örnekler verebiliriz: Hepsi de felsefi meselelerdir ve bu sorulan sormak için felsefe hocası olmaya gerek yoktur. Felsefi meseleler hepimizi ilgilendirir."
Bilgi sevginizi yitirirseniz artık kaybedecek hiçbir şeyiniz kalmamış demektir.
Toplu şiirlerinden sonra
bütün öyküleriyle Rilke
Nietzche gibi Lou Andreas Salome'nin çekim alanına kendini kaptırmış bir 20. yüzyıl ozan ve yazarıydı Rainer Maria Rilke. hayatı birçok okulu, mesleği, şehri ve girişimi yarıda bırakmakla ama çokca gezmekle geçti. Ölümüne aşık olduğu Salome'nin bir sözüyle Rene olan adını daha bir Cermen olacağı gerekçesiyle Rainer yaptı. Yine Salome'nin telkiniyle elbet, daha erkeksi bir isme de sahip olacaktı.
80'li yıllarda şiirleri kadar romanı Malte Laurids Bridge'nin Notları ile büyük ilgi gördü. O yıllarda bazı edebiyat eleştirmenleri ve yazarlar bu romanı dünya edebiyatının en önemli eserleri arasında saymaktaydı.
Rilke, Cermen ismiyle yerleştiği Paris'ten sonra birçok ülke değiştirdi, yeniden Paris'e döndü. Ardından Münih'e gitti ve ömrünün son yıllarını geçirdiği İsviçre'de Duino Ağıtları ile Orpheus'a Soneler’i yazarak geçirdi.
Daha önce şairin toplu şiirlerini yayımlayan Everest, kısa bir aradan sonra Rainer Maria Rilke'nin bütün öykülerini Türkçeye kazandırdı.
Bu kitaptaki seksen kısa öyküde ilk bakışta gözümüze çarpan biçimsel özellikleri, bir hayli yoğun noktalama işaretinin kullanılmış olması. 'Hemşire Helene' ve 'Dilenci Toni' öykülerinde bol bol, virgüle, konuşma çizgisine, çift tırnağa rastlayınca yapılacak en doğru şey onların varlığına ve kullanılma sebeplerine alışmak olacak.
Öykülerin temalarına gelince... Rilke'nin, öncelikle yaşadığı çağın birçok yazarı tarafından rağbet gören aşk, ölüm ve yalnızlık temalarını sıkça ele aldığını görüyoruz. Okuru, insan ruhunun bilinmezlerine doğru keşfe çıkaran kimi öykülerinde varoluş sancıları, dönemin kendine has sorunlarına ve alışıldık insan ilişkilerinin yansımalarına tanık oluyoruz.
Bu öyküler, 19. yüzyılın son çeyreği ile 20. yüzyılın ilk çeyreğinde, kısa denilebilecek ömrüne birçok eser sığdırmış olan ozan ve şairin edebi kişiliğinin ipuçlarını barındırdığı gibi, yazıldıkları dönemlerin düşünce biçimleri, yaşama alışkanlıkları ve sorunlarını yansıtması bakımından da önem ve özgünlüklerini koruyor.
Bütün Öyküleri / Rainer Maria Rilke / Everst Yayınları
Toskana yöresinden masallar
bundan sekiz - on yıl öncesine göre okurun halk masallarına, masal anlatıcılığına olan ilgisi göre azaldıysa da bir biçimde sürüyor.
İtalyan avukat ve tarihçi Gherardo Nerucci’nin 1868 yılında kayıt altına almaya başladığı İtalyan Halk Masalları, doğal ve tarihi güzelliğiyle dünya çapında bir üne sahip olan Toskana bölgesindeki Pistoia’ya bağlı Montale’de yaşayan kaynak kişilerden derlenmiş ve 1880 yılında yayımlanmış. Nerucci’nin bu çalışması, İtalo Calvino'nun 1956 yılında İtalyan Masalları adıyla yayımladığı derlemesine kaynaklık etmiş.
Filiz Özdem'in İtalyanca asıllarından Türkçeye ilk kez çevirdiği bu altmış masalda o yörenin ve o dönemin insanlarının yaşama algısını, gelenek ve alışkanlıklarını, ahlak anlayışını, hayallerini, korkularını izleyebilir, dünyaca ünlü birçok ünlü masala dair ortak arketipleri görebilirsiniz.
Bu masallarda çocukluğumuzdan beri birçok versiyonuna rastladığımız 'Ali Baba ve Kırk Haramiler', 'Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler' gibi çok bilindik masallarla ortak temalara sahip masallar mevcut.
Bu kitapta lehçeden kaynaklanan zenginlik, Türkçenin dil zenginliğinden yararlanarak ve yer yer uyarlamalarla verilmeye çalışılmış. Kitaba, Buket Topakoğlu’nun illüstrasyonlarıyla farklı bir estetik boyut kazandırılmış,
İtalyan Halk Masalları / Anonim / Alfa Kitap
Üçlemenin sonuncusu:
Kar Altındaki Gece
Alman romancı, şair ve oyun yazarı Ralf Rothmann'ın Baharda Ölmek ile başlayan, O Yazın Tanrısı ile devam eden üçlemesinin sonuncusu Kar Altındaki Gece ile tamamlandı.
Romanın konusu şöyle...
1945, kış: 16 yaşındaki Elisabeth kendisini tedavi eden firari Rus askerle birlikte bir sığınaktadır. Soba borusu deliğinden karda yürüyenlerin ayak seslerini işitir; yukarıdaki hayatının onsuz akıp gittiğini, sevdiği tüm insanların onu aramayı çoktan bıraktığını ve onun orada yattığını bilmeden kaskatı donmuş topraktan uzaklaştıklarını hayal eder. Ve hayallerde kaybolduğu bir an böyle iyi olduğunu, bir daha onların yanına, hiçbirinin yanına, yukarıya çıkmak istemediğini, sonsuza dek Dimitri'yle bu gecede, karın altındaki bu sıcak barışta yaşamayı arzularken aklından şu düşünceler geçer:
"... Ben bütün o korku ve dehşetin içinde ne düşündüm biliyor musun: Evet, işte bizim hayatımız bu. Gübrenin içinde oturuyoruz, gübrenin içinde büyüyoruz, gübre gibi kokuyoruz ve her zaman da böyle olacak...”
Kar Altındaki Gece / Ralf Rothmann / Yapı Kredi Yayınları
Rüyalar uğruna hayat!
Hannah Arendt, Sonntag'ı, “Önemli bir yazar. Özellikle rüyaları ve düşünceleri gerçek bir hikâyeye dönüştürme biçimine hayranım” diyerek övmüştü.
İlk kez 1963’te yayımlanan romanın konusu şöyle....
Alışıldık insani hırslardan yoksun Hippolyte, zengin, hoşgörülü babası tarafından da desteklenen genç bir adamdır. Üniversitenin üçüncü sınıfında yazdığı bir makale sayesinde arzuladığı entelektüel çevreyle tanışma fırsatı bulur ve zamanının çoğunu, birçok incelikli konuşmacının uğrak yeri olan Frau Anders’in salonunda geçirir. Çok geçmeden üniversite eğitimini yarıda bırakır. Daha sonraları bir dizi rahatsız edici rüya görmeye başlar ve bir karar verir: Bundan böyle hayatını yorumlamak için rüyalarını kullanmak yerine, rüyalarını yorumlamak için hayatını kullanacaktır.
İyiliksever / Susan Sontag / Can Yayınları
Genazino'dan veda romanı
Alman yazar Wilhelm Genazino'nun ölümünden önce yayımlanan son romanı olan, melankolisi ve sıklaşan geriye dönüşleriyle okurunu insan ruhunda uzun bir gezintiye çıkaran Ne Para Ne Saat Ne Kasket, Tevfik Turan'ın Almanca aslından çevirisiyle yayımlandı.
Romanın konusu şöyle...
Tipik bir Genazino karakteri olan anlatıcı, bir sokak festivali sırasında eski karısıyla karşılaşır. Kendisi, her ne kadar yeni ilişkiler yaşamaya başlasa da eski karısına, evliliğine, dahası evliliğe dair düşüncelerden bir türlü kurtulamamıştır. Her ‘eş'in gelecekteki ‘eski'liğini içinde barındırdığını fark eden kahramanımız sadece evliliğin değil, yaşam, anne-baba, çocukluk, yaşlılık, ölüm gibi konuların da gittikçe çetrefilleştiğini görür. Halbuki bir zamanlar, yaşlandıkça tüm bunların biraz daha açıklanabilir olacağını düşünmüştür.
Ne Para Ne Saat Ne Kasket / Wilhelm Genazino / Jaguar Kitap