İlk romanı Devridaim ile iki önemli edebiyat ödülü kazanan Ezgi Tanergeç'in ikinci romanı Geç Kalanlar Kümesi, Duygu Asena Roman Ödülleri’nde kısa listeye kalmıştı. Yakında yayımlanacak üçüncü romanında okurunu Anadolu kırsalına götürecek olan yazar "İki romanımın farklı olduğunu söyleyenler çıkmıştı. Elbette öyle olacak. Her roman yeni dünyalar kurar ve yeni bir dünyada tasarlanır" diyor.

İzmir'in edebiyat dünyamıza armağan ettiği yazarlardan Ezgi Tanergeç'in ilk romanı Devridaim ile "2022 Turgut Özakman İlk Roman Ödülü"ne layık görüldü. Devridaim geçen yıl da 53. Orhan Kemal Roman Armağanı'nı kazandı. Romanlarının dışında “Deli Sabri” adlı uzun metraj bir film senaryosu bulunan yazarın üçüncü romanı Tuzlu Yüz, yeni yayın dönemiyle birlikte okurlarıyla buluşacak. Ezgi Tanergeç ile okur, yapıt ve yazar ilişkilerini yayımlanmış romanları ve yeni çıkacak kitabı Tuzlu Yüz eşliğinde konuştuk...

YENİ BİR FİKİR... FARKLI BİR BAKIŞ AÇISI

İlk romanınız Devridaim, iki önemli edebiyat ödülü kazandı. Ardından Geç Kalanlar Kümesi yayımlandı. Ancak okurlar iki romanı birbirinden çok farklı buldu...

Açıkçası romanlar arasındaki farka bu kadar şaşırılmasını da ben yadırgıyorum. Bence zaten yazar her seferinde farklı bir şey ortaya koyabilmeli. Bir yazarın sürekli aynı şeyi anlatması bence tercih edilir bir durum olmamalı. Önce çocukluğundan başlar yazmaya, sonra da bazı nüanslarla öncekinin benzerini inşa ederek kendini anlatmaya devam eder bazı yazarlar. Ya da çok tutmuş bir hikâyenin çok benzerini yeniden kurar, sağlam dalları elinden bırakmak istemiyor gibi… Bu da bir tercih ama okuyucu olarak ben de takip ettiğim bir yazarın hep aynı şeyi anlatmasını istemem. Bundan kastım romancının bir üslubunun olmaması değil, benim kastım ortaya yeni bir şey koyabilmek… Yeni bir fikir, farklı bir bakış açısı, bir sürpriz… Yoksa elbette yeni tamamladığım roman da dahil olmak üzere aynı yazardan çıktığını belli eden ortak özellikleri var. Dil, anlatım, insana bakış, duyarlılık gibi… Bunu iyi okur mutlaka hissediyor zaten.

1B. Manset Internet2 Gerekiyorsa

YAZARA İYİ GELEN, OKURA DA İYİ GELİR Mİ?

Ama okurun bir seçimi ve alışkanlığı yok mudur? Beklenti çok beğenilen bir eserin peşi sıra gelişen bir şey değil midir?

Tarz dediğimiz zaman, iki romanda da benzer ironi, benzer söz sanatları, aynı birey - toplum dengesi gibi pek çok ortak özellikten bahsedilmişti zaten. Bu, üçüncü roman Tuzlu Yüz’de iyice belirginleşecek diye düşünüyorum.

Geçtiğimiz aylarda İstanbul Uluslararası Edebiyat Festivali'ne katılmıştım. Orada benim konuşmamın başlığı "Yazara iyi gelen, okura da iyi gelir mi?" idi. Bu soruyu şöyle de geliştirebiliriz: "Okura iyi gelen, yazara da iyi gelir mi?" Yazar, bilerek ya da bilmeyerek okurun beklentisi doğrultusunda yazmaya başlarsa, bu yazarın edebiyatının gelişimine bir ket vurur mu diye sorduk, tartıştık. Bence vurur. Bunun örneklerini de vermiştim. Yazar eleştiri müessesinin değerlerine ya da okurun beklentilerine göre yazmaya başlarsa ve bunu abartırsa bir süre sonra bu korkuların esiri olacaktır. Risk almamak için yapılan şey asıl risk. Okurun yazarla arasındaki bağ yazarın sürekli aynı tarzda yazmasıyla değil yazarın üslûbunun okura geçmesiyle ve yazarın samimiyetiyle kurulur.

O BAĞ KURULMAYA BAŞLADI BİLE

Bence de her eser bir öncekinden farklı bir olayı, duyguyu anlatmalı zaten. Bu farklara dair siz neler söylersiniz?

Bana göre fark şuydu: Geç Kalanlar Kümesi birinci şahıs anlatımı kullanılarak, Yasemin karakterinin gözünden anlatılan, bu nedenle farklı bir teknikle şekillenmiş bir roman. İki ayrı zamanda geçiyor gibi görünse de geçmiş zaman, aynı karakterlerin on beş yıl öncesini anlatıyor. Oysa Devridaim’de çağlar atlayarak üç zamanda ilerliyoruz. Yani zaman kullanımı tamamen farklı. Bunu yaparken de üçüncü şahıs anlatımını seçerek üç neslin gözünden görebiliyor dünyayı. Yeni çıkacak romanım Tuzlu Yüz ise daha “Anadolulu”, kırsal bir bölgede geçen, köylü karakterlerimizin ağırlıkta olduğu bir roman. Yani bir yazar ilk romanında nesiller arası bir serüveni ele alıyor diye sürekli nesiller arası gidip gelen konular mı yazmak zorunda? Ya da iki romanı şehirde geçiyor diye artık hep “şehirli” romanlar mı yazmalı? Bundan bu sonuç çıkar. Eğer öyleyse de sanırım ben bu kurala uymadan içimden gelen ilhamı takip ederek yazmaya devam edeceğim. Nitelikli okuyucu üç roman arasındaki farklılıklara rağmen, yazarın imzasını hissedecektir zaten. O bağ kurulmaya başladı bile. Ben inanıyorum.

ASLA GERİ DÖNÜP BAKMAM

Kitaplarınıza sonradan göz attığınızda "Keşke şurasını şöyle yazsaydım" diye pişmanlıklar yaşadığınız oldu mu?

Aslına bakarsanız bırakın yayımlanmış romandaki pişmanlığı, ben yazım aşamasında bile yazdıklarımı kolay kolay değiştiremem. "Ben defalarca yazıp sildim" diyen yazarlar da var. Ama o bana yabancı bir duygu. Bu bir şeyleri bozma korkusundan kaynaklı da olabilir, bilemiyorum. Ama ben romanın iki ana dayanağı olduğunu düşünüyorum. Birincisi düşündüklerini tutarlı bir kurguda birleştirecek, akışı sağlayabilecek, ritmi sağlayacak olan akıl; diğeri romana ruhunu verecek ilham ve duygu. O ruhu koruyabilmek için fazla müdahaleden kaçınmak gerektiğini düşünüyorum. O yüzden geri dönüp bakmıyorum, pişmanlık duymuyorum. Bu halleriyle seviyorum.

Okur kitleniz hakkında bir fikir edinebildiniz mi? Mesela romanlarınız daha ziyade genç kesime mi hitap ediyor?

Şu ana kadar gözlemlediğim, yirmili yaşlardan başlayıp altmışlı yaşlara kadar uzanan bir okur grubu var. Kadın okur biraz daha fazla olabilir ama erkek okur da var. Devridaim zaten her kesimden okuyucuya ulaşmıştı. Genç Kalanlar Kümesi, geri dönüşlerde karakterlerin lise hayatını da konu ettiği için gençlerin çok ilgisini çekti. Ama gençliğine özlem duyanlar da beklemediğim kadar ilgi gösterdi. Üçüncü romanım Tuzlu Yüz ile beraber bu kitlenin biraz daha genişleyeceğini düşünüyorum.

İki roman da özellikle Devridaim, geçmiş dönemlerin rengi, kokusu ve nostaljisini taşıyor. Sizin zamanla ilişkiniz nasıl, hayata bakışınızda nostaljik etkiler var mı?

Bazıları sadece ânda yaşar. Doğrusu bu ve aslında "Dün, dünde kalmıştır," diyebilmek lazım. Öte yandan nostalji beni çok besleyen bir şey. Esinlenirken, yazarken de öyle, kendi hayatımda da öyle. Hayatın hakikati karşısında nostalji rüzgarlarına açık olmak hem iyi hem de kötü bir şey. Romanlarımda nostalji boyutu birbirinden farklı şekillerde var. Geç Kalanlar Kümesi'nde geriye gidiş, bir grup arkadaşın hayatının on beş yıl öncesine uzanıyor. Devridaim de farklı kuşaklar ve o kuşakların yaşama biçimlerinde, hayata bakışlarında derin nostaljik unsurlar bulmak mümkün.

BAŞKALARININ HAYATINA KAPILMAK

O zaman Geç Kalanlar Kümesi'nden söz edelim!.. Duygu Asena Roman Ödülleri’nde kısa listeye kalmıştı değil mi?

Evet. Şöyle anlatayım... Dört kişilik bir arkadaş grubu, uzun yıllar sonra ilk kez bir araya geliyor. Aralarındaki gerginliğin sebebi yavaş yavaş, geriye gidişlerle, lise yıllarında yaşadıkları olaylar ortaya döküldükçe anlaşılıyor. Fakat kahramanlarımız günümüzde de benzer bir suç ortaklığına imza atmadan duramıyor. Romanın sorusu şu: Başkalarının hayatını neden bu kadar merak ediyor ve kurcalıyoruz? Aslında böyle yaparak kendi hayatımızdan mı kaçmak istiyoruz? Elbette roman Yasemin’in gözünden anlatıldığı için ve yer yer kentli kadının içine düştüğü zorluklara ve yaşadıkları baskılara yer verildiği için, doğrudan kadın sorunlarının merkeze alındığı bir roman olmasa da o kadın bakış açısı hissediliyor. O yüzden bu önemli ödülde kısa listede yer alması ve romanın “kadın” yönünün de ortaya çıkması beni mutlu etti.

Romanda geçen zamanın hızını da algılıyoruz. Bir yazar, değişen zamana karşı nasıl tavır alır, değişime açık mıdır, o da hızla değişir mi? Çünkü değerler ve düşünceler de değişiyor hızla...

Geç Kalanlar Kümesi, hızla değişen bir zaman diliminde, şimdiki zamanla ve çok yakın geçmiş arasında gidip geliyor. Ama aradaki o on beş yıl toplum hayatı ve teknolojik alanda çılgınca değişiklerin yaşandığı bir zaman. Bir yazar da kuşkusuz hızla değişen zamanın etkilerine maruz kalıyor. Ama zaten edebiyatçı her şeyden etkilenir, etkilenmese yazamaz.

Yazarın değişime açık olabilmesi, yalnızca günceli yakalayabilmesi, moda olan konularda yazabilmesi anlamına gelmez. Bu aynı zamanda insanı da daha iyi anlayabilmek demek. Çünkü değişimin en önemli parçası insan… Değerlerin, düşüncelerin nasıl değiştiğine dair fikir üretemezsek insanı da tam olarak anlatamayız diye düşünüyorum.

ANADOLU'DA BİR TUZLU YÜZ

Üçüncü roman yeni sezona hazır mı?

Üçüncü romanım Tuzlu Yüz’ün şu anda kapak tasarımı yapılıyor. Ekimde okuruyla buluşacak. Çok heyecanlıyım. Çok içime sinen bir roman oldu. Hepsinin yeri ayrı ama gerçekten çok seviyorum Tuzlu Yüz hikayesini… Bir an önce okunmaya başlasın diye sabırsızlanıyorum

Romanın konusu ve kahramanlarına dair neler söylersiniz?

Tuzlu Yüz bir köyde geçiyor. Bu köy, gerçekte var olmayan ama Orta Anadolu'da bir yerlerde konumlandığını rahatlıkla hayal edebileceğimiz, içinde tuz gölü bulunan bir yer. Diğer romanlara göre daha az karaktere ve mekâna yer verdiğim bir roman. Farklı zamanlar arasında gidip gelmiyoruz. Zaman doğrusal akıyor. Yalnız “geçmiş” yine çok önemli burada da diğer romanlarda olduğu gibi. Geçmişi flashback’lerle arada takip edip zamanımıza dönüyoruz. Daha olay odaklı yürüyor hikâye, mesajı daha net. Devridaim'de tükenmekte olan hayat kaynağımıza, suya dikkat çekmek istemiştim. Burada da yine tükenen bir doğal kaynak var, o da tuz. Bunun üzerinden ömrünü tamamlamış, tükenmekte olan bir mesleğe de vurgu yapıyoruz. Doğal olarak köy sosyolojisinin belirlediği durumları çok farklı bir hikayeyle takip edeceğiz. Basılmadan okuyanlar hep “bir solukta” yorumunu yaptı. Seviyorum bir solukta okunabilen romanları. Ben de heyecanla okurla buluşmasını bekliyorum.

Devridaim / Ezgi Tanergeç / Bilgi Yayınları

Geç Kalanlar Kümesi / Ezgi Tanergeç / İthaki Yayınları

2. Düsüncelerin Günbatımı Internet

Tanrı'nın çöllerinde bir uyurgezer

Susan Sontag'ın Kierkegaard, Nietzsche ve Wittgenstein mertebesine çıkartarak övdüğü Rumen düşünür Emil Cioran'ın bu kitabı, anadilinde yazdığı son eserdir. Bu bakımdan Düşüncelerin Günbatımı, filozofun hayatında bir günbatımı ve yeni bir gün doğumu gibi bir kırılma ânı teşkil tmiştir . Emil Cioran, iyi - kötü, güzel - çirkin, hayat - ölüm karşıtlıkları üzerine düşüncelerini dile getirdiği eserlerinde ayrıca Tanrı inancı, din, tarih ve ütopyayla hesaplaşmaları ile geçtiğimiz yüzyıla damgasını vurmuş, birçok edebiyatçı ve düşünürü etkilemiştir.

Tanımayanlar için bu kitaptan yaptığım tematik alıntılar, Cioran'ın düşünce ufkuna dair fikir verecektir...

DİN - TANRI - İNANÇ:

* "Dindar olan, imandan vazgeçebilen ama Tanrı'dan vazgeçemeyendir."

* "İnsanlar göğe doğru düşerler, zira aşağıdan bakılınca Tanrı bir uçurumdur."

* "İnsan kendinden iğrenmeye başlayınca, Tanrı'nın çöllerinde kaybolmaya çalışan bir uyurgezerdir."

HAYAT - ÖLÜM:

* "Ölüm duygusu olmazsa insanlar çocuktur, ama onunla da başka nedirler ki?"

* "Kahramanlık ölüm istemektir gerçi, ama her gün bir ebediyet kadar, ağır çektiğinde, yaşamak istemektir de. Hayatın dayanılmazlığının acısını çekmemiş olan hiç yaşamamıştır."

YAKARIŞ:

* "Tanrım, ben sende sonlu doğdum, sende Aşırı-Sonlu. -Ve bazen sana o kadar hayat feda ettim ki, büyük felaketine fışkıran bir su gibi oldum... Dünyadan en uzak yıldızı arıyorum., orada kendime bir beşik ve bir tabut yapmak için, benden yeniden doğmak ve bende olmak için."

Düşüncelerin Günbatımı / E. M. Cioran / Jaguar Kitap

3. Deprem Kusu Internet

Psikolojik gerilimin başarı örneği

İngiliz yazarın ilk romanı olan Deprem Kuşu, John Llewellyn Rhys Ödülü'nü , Betty Trask Ödülü'nü ve Suç Yazarları Derneği John Creasy Dagger Ödülü'nü kazanmıştır.

Bir dönem üniversitede Kurgu Yazarlığı dersleri veren Susanna Jones, Royal Holloway'de Yaratıcı Yazarlık dersleri vermeye devam ediyor.

Romanın konusu şöyle...

Uzun yıllardır hayatını Japonya’da sürdüren Lucy Fly, çevirmenlik yapmakta, istikrarlı ve huzurlu hayatının tadını çıkarmaktadır. Ancak bu düzen beklenmedik bir olayla bir anda sarsılır: Fly'ın kayıp arkadaşı Lily Bridges'ın cesedine ulaşılmış, kendisini karakolda polis sorgusunda bulmuştur. Sorgu boyunca geçmişiyle ve ilişkileriyle hesaplaşan Lucy, takıntılı bir şekilde fotoğraf çeken Teici ile yaşadığı, giderek yıpratıcı hale gelmiş olan ilişkisinin gerilimini de hissetmeye başlar.

Psikolojik gerilimin başarılı örneği bu türün tutkunları için keyifli bir okuma vaad ediyor.

Deprem Kuşu / Susanna Jones / Everest Yayınları

4. Düsünmek Tasniflemek Internet Icin

Tasarının öncesi, sonrası

Fransız sosyolog ve edebiyatçı Geodrge Perec, 1982'de henüz 46 yaşındayken hayata veda etmişti. Yazarın 1976-1982 yılları arasında kaleme aldığı, çeşitli gazete ve dergilerde yayımlanan on üç denemesini bir araya getiren bu kitap, onun ölümünden sonra yayımlanmıştı.

Georges Perec, bu kitapta hapyatımızın pek de düşünmeden kendiliğinden gelişiyormuş gibi ancak bizim irademizle şekillenen olayları, alınan kararları, kısaca hayat tercihlerimizin altında yatan nedenleri irdeliyor.

Perec, bu yazılarda özellikle tasnifleme, listeleme ve sıralama yöntemlerini ele alıyor ve dünyayı kendine özgü üslubuyla yeniden yorumlarken gündelik yaşamın sıradanlığını, çevremizdeki nesnelerin alışılagelmiş çağrışımlarını da bir daha gözden geçirmemizi istiyor.

"Bana sorulan tam olarak nedir?", "Acaba önce düşünüp sonra mı tasnifliyorum?", "Yoksa önce tasnifleyip sonra mı düşünüyorum?", "Düşündüğüm şeyleri nasıl mı tasnifliyorum?" ve "Tasniflemek istediğimde nasıl mı düşünüyorum?" gibi soruların cevaplarını arıyor

Düşünmek Tasniflemek / Georges Perec / Everest Yayınları