Kim sevmez ki gülü? Rengi, kokusu, yaprakları, dikeni, görselliği ile değerlimizdir. Şairin söz güzelliğine emek veren, imgeler çoğaltan, sevgiye, aşka, hüzne, umuda yelken açan simge çiçektir.
“Gülü alıyorum yüzüme sürüyorum / Her nasılsa sokağa düşmüş / Kolumu kanadımı kırıyorum / Bir kan oluyor bir kıyamet bir çalgı / Ve zurnanın ucunda yepyeni bir çingene” diyor ya Cemal Süreya gülle, zurnanın ucunda yepyeni çingene yaratarak… Şair duyarlığı, imgesi, karşı durulur mu?
Edip Cansever nasıl başlıyordu o gül kokan şirine? “Gül kokuyorsun bir de / Amansız, acımasız kokuyorsun / Gittikçe daha keskin kokuyorsun, daha yoğun / Dayanılmaz bir şey oluyorsun, biliyorsun / Hırçın hırçın, pembe pembe / Öfkeli öfkeli gül / Gül kokuyorsun nefes nefese.”
Şiirimize bağımsızlık gülünü aşılayan Ceyhun Atuf Kansu gülle nasıl donatır sözlerini?” Yerine koymak, kutsamak o gülü, / Hangi yerine? / Mustafa Kemal'in bahçesine / Bir ulusun suladığı beslediği / Yediveren bağımsızlık gülü!”
Şair Hidayet Karakuş daha 1979’da esenlemişti bizi “Günaydın Gül Yaprağı” kitabıyla.
Kemal Özer’in “Gül Yordamı”, Ayhan Can’ın “Gül Devrimi” de unutulmazımızıdır şiir belleğimizde.
Gül, şairin olmazsa olmazı gibidir dilinde; anlamlı, önemli, değerli seçenekler sunar okurun gönlüne.
Ben “fikrimin ince gülü” şarkısını da pek severim. Söz yazarını bilmem, ancak Muallim İsmail Hakkı Bey’in bestelediği şarkıdaki ilk dize beni imgeler denizine çağırır hep.
Bu ilk dize yıllar sonra Adalet Ağaoğlu’nun romanının adıyla da belgelenecek, ölümsüzleşen yapıtlarından biri olacaktır.
“Cehalet, ihanet, zenginlik tutkusu, yalnızlık, ezilmişlik, sevgi” izlekleriyle işlenen roman, tutkuyla bağlandığımız hiçbir şeyin insan sevgisinin yerini alamayacağının da inceliklerini yansıtır.
Geçen hafta aramızdan ayrıldı Adalet Ağaoğlu. Roman, öykü, tiyatro, deneme, anı, günce, mektup dalında önemli yapıtlar bırakarak.
Tüm bu güzellikleri, değerleri gölgeleyen 2010 Anayasa Referandumundaki “yetmez ama evet” sözü, hüzün ekler belleğimize! Sonradan pişmanlığını dile getirir, özeleştiri yapar, bir bakıma özür diler ona saygı ve sevgi duyan aydınlanmacılardan, ama izi de kalır!
Gene de Türk yazınına sunduğu önemli, değerli, seçkin yapıtlarıyla unutulmazımız olarak yerini alacaktır Adalet Ağaoğlu. Anısına ve yapıtlarına saygıyla.
Yazıya, çiziye, resme, yontuya, ezgiye, şiire, sese, söze, düşündüklerini söylemeye engel olmanın, yasak koymanın, karşı durmanın, tutuklamanın, yıkmanın açıklaması ne olabilir?
Tüm sanat ürünlerini yaşama geçiren, insana sunan, sanatçının özgür yaratıcılığı, evrensel duyarlığı değil midir?
Sanat özünde muhaliftir; sanatçı dayatmaya, baskıya, karanlık darbelere, zorbacılara, diktaya karşıdır.
Sanatçı özgür istence, aydınlanma savaşımına, toplumsal duyarlığa, toplumcu düşünceye, düş tutmaya, gelecek biriktirmeye, umut çoğaltmaya, yaşamı savunmaya karşı sorumlu ve zorunlu duyar kendini.
O yüzden sevdiğimiz, değer verdiğimiz, saygı duyduğumuz, gönlümüzde yücelttiğimiz yazın emekçisini, sanatçıyı verdiği savaşımla anarız. Kaypaklığa, dönekliğe, yalpalamaya, yalakalığa gönlümüz kırılır.
Ne diyor sevgili Bedri Karağmurlar “Sanat Yazıları” (Pagos Y.) kitabındaki bir yazısında: ”Yolculukların en çetinlerinden biri sanat yolculuğudur. Her yol turistik gezi değildir. Bazıları da göçtür, sürgündür.”
Sanatçılar Girişimi’nin bildirisindeki “Halkın sanatçısı, halk mutluysa mutlu” sözünü de bu bağlamda değerli buluyorum elbet.
Sanata evet…