Hırsız kim?
Çalan kim?
Yalancı kim?
Kim, kim, kim?
Türkiye, geçen haftanın son gecesi çoluk çocuk ekranlarının başına kilitlenip bu soruların cevabını aradı!
Öyle ya, 31 Mart'ta İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimini açık ara kazanan Ekrem İmamoğlu'nun elindeki kapı gibi mazbatasını kapıp kaçtılar!
Kapıp kaçanlar, alanlar belli idi! Ama, "hırsız var!" diye bağıranlar eski "bitpazarı karmanyolası"na benzer mi desem! Yoksa elindeki ganimetle hem kaçıyor, hem de "hırsız var" diye bağıryordu mu desem! Bilemedim doğrusu!
Rivayet o ki, Yüksek Çabalama Kaptan Kurulu (YSKK) istemezükçülerin salyalarını silmesi için İstanbulluları 23 Haziran'da bir kere daha sandık başına çağırdı!
Olacak iş mi bu?
Oluyornuş demek ki!
Olsun be! Ölmüş kurttan kim korkar!
Veeee... Aşk ile, meşk ile bir Köroğlu türküsü tutturalım mı?
"Bir hışmınan geldi geçti, peh peh peh peh/ Kiziroğlu Mustafa Bey, hey hey hey/ Bu dağları deldi geçti./ Ağam kim, paşam kim, hanım kim,/ Nigar kim, kim kim kim kim,/ Kiziroğlu Mustafa Bey,/ Bir beyin oğlu, Zorbey'in oğlu."
* * *
Kizir, Kars'a bağlı bir köy... Kizir, o zamanlar burada yaşayan insanların başında bulunan kişiye 'kizir' yani 'muhtar' denilirmiş.. Türk efsanelerinde geçen bey, Kirizoğlu Mustafa Bey, burada doğup yiğit olmuş. Köroğlu da halk kahramanı bir yiğit... Her ikisi de biribirlerini "kötü insan" olarak bilirmiş. O zamanın adaletine göre iki yiğit günlerce döğüşmüş, ama yenişememişler. Köroğlu evine gider, eşine olayı sazı ve sözü ile aynen meşhur türküsü ile anlatır.
* * *
"Kizir"i not edelim!
Bir de günümüze dönüp, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin, İstanbul seçimleri ile ilgili yaptığı açıklamasındaki “Karargahımızı İstanbul’da kuracağım. Yani, İstanbul’a mitili atacağım" sözündeki "mitil"i de unutmayalım!...
* * *
Yarından sonra Ekrem İmamoğlu ile Reis'in ite-kaka savaşa soktuğu İzmir mağlubu Binali Yıldırım'ın "yenilen pehlivan güreşe doymazmış!" zorlaması ile "En büyük benim!" oylamasına...
Ekran buluşmasında sanırım İstanbul seçmeni "Hırlı" ile "Hırsızı" suçüstü yakalamıştır! diye düşünüyorum...
O gece, İstanbul'dan misafir gelen aile dostlarımızla da bol bol konuşma ve değerlendirme fırsatını da buldum. Hatta çocuklar da güleç yüzlü Ekrem amcaları ile kafasını öne eğip, dudak büken, deniz feneri gibi fırıl fırıl dönen gözlerle sık sık "Yalan... Yalan" diye söz kesen, "gönül" değil "zaman çalan" Binali amcaları için de anne-babalarının kulaklarına birşeyler fısıldadılar... Ailelerine ne dediklerini sordum, "çocuklardan aldık notlarımızı" dediler...
İstikbal onların değil mi?
Diyeceğim o ki; Hepsi yalan, ama bu sahi...
Yeter ki, itibar iadesine "fesat" karıştırılmasın!
Bir bildiğim yok! Ama, Reis'in birdenbire ekranlara çıkıp son İstanbul mağlubu adayını koruyup kollamak için demokrasinin de, yargının da önüne geçerek, özetle "Özür dilemezse o makama oturamaz" demesi biraz kafamı karıştırdı!
Ben çocuklardan haberi aldım; onlar istikballeri ve umutları için annelerine, babalarına, yakınlarına sandığa giderken yine kulaklarına önemli şeyler fısıldayacaklar!
'Neyi?' demeyin! Hele The Marmara veya Marmara çırasından da hiç bahsetmeyin.
Takke düştü, kel göründü...