Doğayı, tanrıları, perileri, doğaüstü yaratıkları, şölenleri, törenleri buluşturan mit’ler…
Masalla beslenen, öyküyle varsıllaşan, söylenceyle anlamlaşan mitos dediğimiz söylence esintileri…
İnsanlar sözcük anlamı "söylence bilimi"ne de denk gelen mitolojiyle çağları, uygarlıkları, yaşamları saptamışlar belleklerine. Şairler sanatın işlevsel ürünü şiirle renk, görüntü katmışlar mitoslara.
Örneğin Olympos dağının tek sahibi, gökyüzünün, şimşek ve gök gürültülerinin tanrısı Zeus’u düşünürken, İda bir başka renkle, rüzgârla, anlamla gönlümüze ışınlanır.
Zeus’un İda doruklarından Truva Savaşını izlerken düşlenir. Homeros'un İlyada’sından şu dizeler de çıkıp gelir beyaz bulut kümelerinin arasından:
Gemilerden, barakalardan pıtrak gibi insan / Skamandros Ovası'na aktı yayıldı; / İnsanların, atların ayakları altında inledi toprak. / Baharda yeşeren yapraklar gibi durdu binlerce kişi / Çiçekli çayırlarında Skamandros ovasının…
Krallığı ve kahramanlığı bir kenara itip sevgiyi seçen ve altın elmayı Aphtodit’e uzatan Paris anımsanmaz mı? Dünyanın ilk güzellik kraliçesi seçiminin bu büyülü dağda olduğu da… Zeus’un oğlu ışık, şiir, müzik tanrısı Apollon alımı, çalımıyla kurulur az ötedeki ulu koltuğuna. Seviler, sevdalar, kıskançlıklar, şenlikler, düğünler, kavgalar…
İda denen bu coğrafya, insanı söylencelere, mitoslara, şiirlere, esinlere, imgelemlere çağırır. İda ülkesi denizi, zeytini, sevgisi, mavinin ve yeşilin barışçıl tonlarıyla çıkar karşımıza. Şiirin görsel ve duyusal donanımlarını kuşanır. Bu varsıl söylenceler alanında Eris’i, Hera’yı, Afrodit’i, Athena’yı duyumsamandan geçilmez.
Sarıkız söylencesinden sevinin, özverinin, tutkunun, iyiliğin izlerini silmek olası mı? Irmakların, çağlayanların, suların akışından yansıyan antik coşkuyu duymadan ayrılmanın olanağı var mı?
Temmuz ayı da yazın-sanat insanlarının yitikleriyle üzüldüğümüz, eksildiğimiz aylardandır. Muzaffer Tayip Uslu, Hasan Ali Ediz, Aziz Nesin, Reşat Ekrem Koçu, Rıfat Ilgaz,Cengiz Tuncer, Bedrettin Cömert, Mehmet Seyda, Bilge Karasu, Esat Mahmut Karakurt, Vasfi Mahir Kocatürk…
Hele de Sivas Madımak’la canımızın yandığı, içimizin sızladığı Asım Bezirci, Behçet Aysan, Metin Altıok…
Temmuz yitiklerinden biri de adı İda’yla özdeşleşen şair Ahmet Uysal…3 Temmuz 2011’de yeniden yaşam bulur, dize dize dizilir şiirlere.
“Solumak, bir daha solumak o temmuzları / Güzelliğine vararak çok eski yazların” diyordu bir şiirinde. Güzelliğine vararak mı gitti ola o eski Temmuz yazlarının?"
Yaşasaydı 79’unda olacaktı. Şiir yaşı hep genç, diri, aşklı; ama bir yanı yalnızlık ve hüzün…
Onun öncülüğünde Altınoluk’ta, Küçükkuyu’da yapılan bir çok şiir etkinliğine katıldım şair dostlarla. Her zaman güler yüzü, içtenlikli davranışı, şiire ve şaire saygısı, İda sevdasıyla paylaştı dostluğumuzu.
Varsıl bir İda Sözlüğü vardır Ahmet Uysal’ın:güzü, yazı, zambağı, kumu, kumsalı, ırmağı,öpücüğü, gülü,giziyle…
Eylül Ebruları kitabındaki Veda şiirinde: “kırmayın bu şairi n’olur, şimdiden / öpüşelim, sıcaklığınız kalsın yüzümde.” diyordu. Onu yanaklarından öpmüştük Küçükkuyu’dan dönerken 2007 Temmuz’unda. Ülkü Tamer, Eray Canberk, Hüseyin Yurttaş, Ahmet Günbaş, Mahzun Doğan, Bülent Güldal, Zeynep Uzunbay, Gültekin Emre’yle birlikte.
“Duydum İda’da şenlik var / Ahmet Uysal’dan aldım haberi / Şiir atım hazır / Giyindim lirik sözümle / İmbat vaktinde / Yaseminler topladım güneşli bahçelerden / Cumbalardan fesleğen / Kumrulardan selam aldım,/ Serçelerden telâş” diyesi oldum ben de bir şiirimde. Olasıdır Küçükkuyu’ya giderken…
Bir Temmuz selamı gönderelim Ahmet Uysal’a, tüm Temmuz yitiği şairlere, yazarlara, sanatçılara…