Amerika’da 60’lı yıllarda Oregon Üniversitesi'nden mezun olsanız ve Stanford’da da işletme yüksek lisansınızı tamamlasanız, tarihsel konjonktür içinde herhalde şanslı bir kişi olarak değerlendirilebilirdiniz. Çünkü günümüzde bile Avrupa İstatistik Ofisi’nin (Eurostat) yayınladığı istatistiklerde, 30-34 yaş arasında üniversiteye katılım oranları Türkiye, İtalya ve Romanya gibi ülkelerde hala yüzde 27.3 seviyesinde!

Yine de elinizde sadece bu diplomalarla dünya devi bir endüstri yaratabilirmiydiniz? Elbette hayır ama bunu Phil Knight yaptı! O zamanlar mutad olduğu üzere, Amerika’da yüksek öğrenimini tamamlayan gençler, iş hayatına atılmadan önce dünyayı keşfetmek arzusu ile aylar süren bir yurtdışı tatile çıkarlardı. Tabii hazır bir para ile değil, gittikleri ülkelerde part-time işlerde çalışarak harçlıklarını çıkararak bu geziye devam ederlerdi.

Yolu Tokyo’ya da düşer, genç Phil Knight’ın. 1960’ların Tokyo’su, İkinci Dünya Savaşı'nın yaralarını sarmakta olan bir kent olarak simgesel binaları tarumar olmuş, harap ve yoksul olarak karşılar onu. Budizm ve Şintoizm ile ilgilenir, Zen felsefesine dalar, Zen’in ‘gerçek doğrusal değildir, gelecek yoktur, geçmiş yoktur, sadece şimdi vardır’ öğretisinden etkilenir! Doğu mistizminden fırsat bularak uğradığı Tokyo Borsası'ndaki çılgın parasal sirkülasyona tanık olduğunda, 'hayat bu değil, en azından benim hayatım çok daha farklı olmalı' diye düşünür. Nitekim kutsal Fuji ve Halkona dağlarındaki uhrevi tırmanma patikalarında Buda’nın ‘kendin yol olmadan, yolda seyahat edemezsin’ sözünü rehber edinir.

***

Öğrencilik yıllarını okulun atletizm takımında geçiren Knight, koşu sporunun bir anlamda felsefi düzlemini şekillendirmeye çalışır, yani düzgün bir ruhla ve iyi bir teknikle yapıldığında koşunun, tıpkı bir bedensel ibadet ritüeli gibi meditasyon ya da Nirvana'ya ulaşma etkisi yaratabileceğini hisseder. Tabii o zamanlar, spor yaparak endorfin ve serotonin hormon salgısının belirgin bir şekilde arttığı, bunun da hem kaslarda oluşan fiziksel yorgunluğu giderdiği hem de insan psikolojisinde olumlu etkiler yaptığı bilinmiyordu. Onun aklındaki, iyi bir teknik derken, bir ekipman olarak şekillenen bir spor ayakkabısından başka bir şey değildi. Okuldaki sıradışı atletizm antrenörü Bill Bowerman’ı da yanına alarak şirketini kurar, ancak dikkatinizi çekmek isterim. O zamanlar koşu, günlük herkesin sağlık için yaptığı bir spor dalı değil. Bu koşullarda hem koşu sporunu kitleselleştirme stratejisini hayata geçirmek hem de koşu için gerekli özel bir ayakkabıyı yapıp, pazarlamak gerçekten farklı bir adanmışlık Japonya seyahatinde gördüğü bir spor ayakkabısından cebindeki 50 dolar ile bir miktar alıp, evine postalamış ve seyahatine devam etmiş. Ülkeye dönüşünde de bunları, arabasının bagajına koyup kapı kapı dolaşarak satmış. Antrenörü Boverman ile ayakkabılar üzerinde yaptığı ergonomik değişiklikleri, seyahatinde bağlantı kurduğu Japonya’daki ayakkabı fabrikasında ‘Blue Ribbon’ markası ile fason üretim yaptırmış.

Gelinen noktada Phil Knight’ın şirketi dünya çapında 25 bin çalışanı olan ve 36.39 milyar dolar cirosu ile ünlü Nike Firması... Air Jordan ve Nike Golf gibi alt markalarının yanı sıra, Converse gibi bağımsız markaların da sahibi...

Ortalama bir insanın günde 5 bin adım attığı düşünülürse, hayatı boyunca yaklaşık 135 milyon adım atacaktır. Yani dünyanın çevresini dört kez dolaşacak kadar. Bununla bağ kuran Phil Knight bu adımları mükemmelleştirmeye yaşamını vakfetti.

Kuşkusuz arz ve talep ticaretin temeli ve yeni bir markayı oluştururken de, fevkalade önemli ve çetrefilli, hatta çözümsüz problemleri karşınızda buluyorsunuz, üstelik Adidas ve Puma gibi dev rakipler sözkonusu. Bunların varlığında yeni bir ürün ortaya koymak, üretip pazarlamak, potansiyel tüketiciyi yaratmak ve sürdürülebilir dağıtım lojistiğini kurgulamak başlıbaşına ilham alınacak bir öykü...

***

Bir marka yaratmanın, aynı zamanda bir fikir, bir ruh satmak kadar bir kültür yaratmak da olduğunu Nike’ın kuruluş öyküsü bizlere kanıtlıyor. Phil Knight, hep sahada tüketicisinin geri dönüşüne odaklanmış, F.ScottFitzgerald’ın bir cümlesi desturu olmuş: “Hiçbir harika fikir, toplantı salonlarında doğmamıştır. Ama bir çok aptal fikir orada ölmüştür.”

Phil Knight’ın çoğu yönetim kurulu toplantıları kavgalar, aşağılamalar ve horgörmeler içinde geçse de, ekibinin taktik ve stratejik düşünme kapasitesi, şirketi küresel oyun alanına taşıma başarısını göstermiş.

Yaratıp ya da varolan bir ürünün üzerine inovatif bir şeyler ekleyip, onu cesaretle tanımadığın insanlara hizmet ruhu ile sunduğunda, artık şirketinin müşterisi olan bu insanların sağlık ve mutluğuna hizmet etmiş olursun. Sonuçta, insanlığın o büyük hikayesine, başka bir anlatımla kendi yaşamının dışında başkalarının da yaşamına yardımcı olduğunda, ister bir iş insanı ol, istersen bir şirkete ruh ver, dünyada iz bırakmışsın demektir!