'Demokrasi diye bir şey yoktur. Bu batı ülkelerinin uydurdukları bir göz boyamadır.''
Yıl 1979. Yer; İran'ın kutsal Kum kenti. İran devriminin lideri, dini lider Ayetullah Humeyni"nin evi...
Dönemin Dışişleri Bakanı Gündüz Ökçün'ün İran'ı resmi ziyaretine bir gazeteci grubu olarak eşlik ediyoruz. Devrimin hemen sonrası İranlı dini liderin Türk heyetini kabul edeceği haberiyle heyecanlanıyoruz. Tahran'dan derme-çatma bir helikopterle Kum kentine hareket ediyoruz. Humeyni"nin damında tepeden tırnağa silahla donatılmış muhafızların bulunduğu tek katlı evine sıkı bir aramadan geçerek giriyoruz. Yalnızca halı ve yastıkların bulunduğu salonda bağdaş kurarak oturuyoruz.
Tercümanlar aracılığıyla yapılan görüşmede Bakan Ökçün, bir ara demokrasiden söz edince Humeyni’nin yanıtı yukarıdaki gibi oluyor
‘GÖZ BOYAMA'
Halbuki Humeyni, Paris'te sürgündeyken, İran halkına bir ''Dünya'da Cenneti'' vaat ediyordu. 1979'da dünyanın şaşkın bakışları altında gerçekleşen İran devrimi, Şah Rıza Pehlevi'nin otoriter yönetimi altında ezilen İran halkı için büyük umutlar doğurmuştu. Artık İran'da insanlar açlık çekmeyecek, işkence görmeyecek,tutuklanmayacak, petrol geliri gibi milli servetleri halkın hizmetine sunulacak,özgürlük, eşitlik ve demokrasi yeni yaşam biçimi olacaktı.
Humeyni'nin Kum'daki evinden ayrılırken, yeni rejimin dünya görüşünü anlamış, demokrasiden uzaklaşarak, kadınların başörtüsü sebebiyle öldürüldüğü baskıcı rejime giden yollara döşenen taşların ayırdına varmıştık.
Yaklaşık iki hafta önce 22 yaşındaki Mahsa Amini'nin başörtüsünü İslami kurallara uygun bir biçimde bağlamadığı gerekçesiyle ‘Ahlak Polisi’nce öldürülmesi üzerine başlayan olaylar hız kesmeden devam ediyor. 50'den fazla kişinin yaşamını yitirdiği olaylar giderek endişe edici bir hal almakta. İran'da 1979 yılından bu yana zaman zaman ekonomik, politik, milliyetçi ve bölgesel protestolar yapılmasına karşılık, ilk kez yaşam tarzına müdahaleye dönük itirazlar kitlesel bir protestoya dönüşmekte. Tahran caddeleri ''Kadın, Yaşam, Özgürlük'' sloganları ile çınlıyor.
Mahsa Amini'nin politik bir kişilik olmadığı, ölümü sonrası protestoların örgütlü kadın hareketleri tarafından değil, bireysel ve apolitik olarak başladığı biliniyor. Kadınların zorunlu örtünme siyaseti onların itiraz, direniş ve isyan hareketine dönüşmesine yol açmış görünüyor. Bu gerçekler gün ışığında iken, yönetimin 'Dış güçler' bahanesine sarılması kendilerini masum gösterme çabalarının tipik bir göstergesi. Aslında bize pek de yabancı olmayan bir söylem.
Olayların bizi şaşırtan bir yönü de, birkaç sivil toplum örgütü ve kadınlarımızın bireysel protestoları dışında, ülkemizde özellikle siyasi platformda pek fazla gündeme gelmemesi. İktidar partileri üç maymunu oynamakta. Yalaka medyadan tık yok. Sanki İran'da 'Kanarya Sevenler Derneği' kanaryaların özlük hakları için gösteri yapıyor.
Muhalefet partilerinden de İYİ Parti lideri Meral Akşener'den başka birkaç cılız ses dışında pek ses çıkmadı. Akşener, açıklamasında İran yönetimini kadınların onurlu bir yaşam için yükselttikleri haklı sese kulak vermeye ve insan haysiyetine yakışan reformları acilen yapmaya çağırdı.
Meral Akşener 'in konuşmasında paylaştığı Turgut Uyar'ın 'Anneler Hep Kaçar Gibidir' şiirinin ilk dizelerini biz de paylaşalım;
''Söyle ben saçlarımı kestirirsem ne olur?
bir başkaldırma ancak saçlarından
Tutulur.''