Yeniden merhaba. Köşe kısa, zaman az. Sözü uzatmadan, kaldığımız yerden “Haluk’un Defteri” yazılarını sürdürüyoruz. Gazete köşelere ad koymuyor ama ben yazılarımı, bir gün bu adla toplu olarak yayınlamak üzere yazıyorum.
Beyaz TV nam akça-pakça kanalın ikonik (saçmalık anlamında kullanılmıştır) ve kronik (çürümüşlük anlamında kullanılmıştır) “Derin Futbol” programının yapımcıları ve çığırtkanları, sanırım hayli zor durumdalar ve önümüzdeki yayın dönemine kadar, fırçanın her türüyle tanışacaklar. Bakmayın pişkinliklerine ve suratları yırtılıyormuş gibi zoraki sırıtışlarına. Ne güzel sade suya tirit, güç odaklarına selam temenna, “zeki, çevik, aynı zamanda ahlaklı” spor anlayışını tepetaklak ederek yürüyüp giderken, sen kalk Ali Koç’u –hem de sezon finalinde- konuk al. Susturamazsın, adam dersini iyi çalışmış. Sıkıyorsa sözünü kes, vereceği reklamları keserse ne yapacaksın? Söyledikleri belge-bilgi-kanıt banyosundan çıkmış, nasıl kirleteceksin? Dimdik konuşuyor, neresinden eğip büküp kıracaksın?
Kanal ve çığırtkanları açısından, işin spor yönünü anlatmayacağım, vaziyet mide bulandırıcı. İşin basın yönüne gelince, işte o kahredici. Mevzubahis kanala gelince, Gökçekoğlu Osman’ın say ki geç kalmış bebeklik oyuncağı! Bu kadar şımarıklık, ancak bu kadar parayla mümkün olabilirdi ve olabiliyor.
Ali Koç’a teşekkür ederiz. Yaptığını –sabrına ve duruşuna saygıyı unutmadan- “Rok temizliği” olarak tanımlıyorum. Ama üstümüz başımız öyle Rok’lara batmış durumda ki, cümle belediye arazözü gelse temizlenemez, bin akıl-fikir parfümü sürünmeden insanlık bahçesine çıkamayız. Bunun tek çaresi çağdaş hukuktur, muhafazakârlığın ikiyüzlülüğüne bulaşmamış adalettir, aydınlanmadan güç alan etiktir. Rok ve saz heyeti ile onları şimdilik selpak niyetine kullananlar, hayatın her alanında bu gerçeği iliklerine kadar hissetmiş vaziyette. Ahmet Hakan’ları bile onlar için “Kullanışlı Aparat” diyorsa, vaziyet demek hayli vahim. Aralarındaki fark, yalnızca bir takvim sorunudur ve o günü Ahmet Hakan da mutlak görecek ve yaşayacaktır.
Rok denilen çocuk ile zevcesi Alçı, tıpkı benzerleri gibi üretildiler. Çünkü vitrinde, sesi mıymıy, gözleri şaşkın, kılıkları ağlamaklı, sözcük sayısı kıt, yaşanmışlıkları cılız, mantıkları düz ve kuru tipler olamazdı. Onlar birer ikişer, devşirmelerin arasına sokulacak, Mehmet Metiner gibi önceleri mahçup melül takılacak, sonraları muhteris makule safına geçeceklerdi. Liboş devşirmelerin terbiyesinden geçecekler, onlardan Nişantaşı’nı öğrenecekler, Alsancak’ta oturma terbiyesini edinecekler, üç beş entel kelamı ezberleyecekler, piyasaya sürüleceklerdi. Ertuğrul Özkök gibi ağabeylerinden, “haberi salla, kendin haber ol,keyfini yaşa molla” meali dersler edinecekler, bir sayfada çıplak pozlar verip, çevir öte sayfada muhafazakârlığın modern ama mukim çocukları olarak piyasaya sürüleceklerdi.
Rok’un nasibine, basının Recep İvedik’liği düştü. Şımarık, küstah, saygısız, her lafa maydanoz, tehditkâr, bol çene, cahil cühela, avaz avaz çığırtkan bir tip olarak piyasaya sürüldü. Filmdeki Recep, bu tipin korkunç ve ölçüsüz bir eleştirisiydi. Gerçekteki Recep olan Rok ise, bu mide bulandırıcı yapısıyla, ülkenin mahvoluşuna, canların kıyılmasına, adalet ve hukuk kavramlarının çürütülmesine “aparat” oldu. Dinsel ölçütlerin çok ötesinde her türlü pespayeliği sergilerken, bütün bu ölçütlerin din adına kamusallık kazanmasına su taşıdı. Dün bu zihniyetin bir fraksiyonuna hizmet ederken, her türlü nimetinden beslenipkıyım makinasının dişlisi olarak çalışırken, devran dönünce düşmanı kesilip, bir başka fraksiyonun cevvalliğine soyundu. İvedik filmlerine önceleri itiraz ediyordum, özeleştirimi veriyor, bu tipi sinemada unutulmaz kıldığı için kutluyorum.
Velhasıl bir Ali geldi, bizim yıllardır söylemeye çalıştıklarımızı dillendirip, tam da yaşadıkları yerlerden birinde, üryan edip ortalığa bırakıverdi. Liboş yardım ve yataklık ortamında boy verenlerin kimisi “aldatıldık” teranesi tutturmuş, kimi sümüklü bir mendil gibi kullanılıp atılmıştır. Koç’un ürettiği süpürge de kanıtlamıştır ki, kimi de çöp tenekesini bile görememiştir. Basındaki temizlik, elbette hayatın her alanında ve bir gün mutlaka yaşanacaktır.