20 Temmuz 1936... Yer İstanbul Florya Köşkü... Deniz üzerindeki uzun, geniş salondaki yemekte Ata'nın konukları milletvekilleri, komutanlar, tarihçiler ve dilciler...
Ulu Önder, konuklardan birinin askeri lise son sınıftaki oğlu Anafarta'ya sorular sormakta (ki bu adı Atatürk vermiştir), aldığı yanıtlardan büyük mutluluk duymaktadır.
Bu sırada sürmekte olan Montrö Konferansı'ndan haber gelir. Ata saatlerdir Montrö'den gelecek bu haberi beklemektedir. Haberi alan Ata'nın yüzünde zafer ışıltıları saçılır. Ankara'da bulunan İsmet Paşa'ya şu telgrafı çeker; “Zafer senindir! Gözlerinden öperim.Yarın uçakla bekliyorum.”
Montrö'de kurtlarla savaşarak zafere ulaşan Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras'a çekilen telgraf ise şöyledir; “Arkadaşlarla Deniz Evindeyiz. Kapı açıldı telgrafını getirdiler. Okumadan anladım. Boğazları kapamışız. Senin ve asker arkadaşlarımızın gözlerinden öperim.”
Ata telgrafların çekilmesinden sonra genç Anafarta'ya arka arkaya sorular sorar; “Lozan eksiksiz midir?, Lozan'ın bütünlüğünü inkar edenler var mıdır? Neden ve kimlerdir? Boğazların özgür bırakılmasında sakıncalar var mıdır?, Montrö'nün Lozan'la ilgisi nedir?”
Atatürk bu soruları kara tahtaya yazdırdıktan sonra yanıtlarını da kendisi verir; “Bugün Bayram günüdür. Neden bilir misiniz ey sevgili yurttaşlar? Şundan; Lozan, Montrö'de taçlanmıştır. Lozan eksiksizdir. Eksiksizliğini sürekli tarihte okutacaktır. Ancak onu üzen ufak bir şey Boğazlar vardı. İşte o, Montrö'de çözümlenmişir! Eğer Türk yüksek duygululuğu bununla ilgiliyse kesinlikle sevinmektedir. Seviniyor, sevinmelidir.”
Büyük Önder duygularını bu cümlelerle açıklıyordu tarihi akşamda. Ertesi gün çıkan gazetelerin manşetleri Montrö'yü özetlemekteydi;
“Dün geceden itibaren Akdeniz kapımızı emniyet altına aldık. Türk askerleri Boğazlarda. Türk'ün hakkı Montrö'de altın kalemlerle imzalandı. Ordumuzu bu sabah Çanakkale'de on binlerce halk sevinçle kucakladı. Atatürk Türkiyesi'nin yeni zaferi. 13 yıllık ayrılıktan sonra ebediyete kadar sürecek bir kavuşma. Atatürk beyanat yaptı, Mehmetçik Boğazların anahtarlarını aldı. Montrö Konferansı'nda isteklerimiz bütün devletlerce kabul edildi. Boğazların emniyeti bu geceden itibaren ordumuzun demir eline geçiyor. Bütün milllet ayakta, vapurlar düdük çalıyor, sokaklarda alkışlar yükseliyor, halk zaferi kutluyor.”
İşte Montrö buydu...
Montrö yalnızca Cumhuriyetin değil, dünya barışının kilit taşıydı. Beyefendiler beğenmediler.
İstanbul Sözleşmesi'nin tartışıldığı günlerde Meclis Başkanı Mustafa Şentop, kendisine yöneltilen; “Bir cumhurbaşkanı 'Avrupa İnsan Hakları sözleşmesinden çekildim, Montrö'yü tanımıyorum, feshettim' diyebilir mi?” sorusuna “Yapabilir” şeklinde cevap veriyordu. Şentop 'Ne münasebet. Montrö Cumhuriyetin kilit taşıdır. Feshetmek aklımızdan bile geçmez' deme cesaretini gösterememişti.
Geçen yıl yitirdiğimiz Emekli Tümamiral Soner Polat, Montrö'ye karşı çıkmanın dolaylı olarak Lozan'a meydan okumak olduğunu belirterek; “Montrö'yü dillerine dolayanlar, gerçekte kimin borazanını üflediklerini iyi bilmelidirler” diyordu.
Burnumuzun dibinde çıkan savaş, Montrö'nün önemini bir kez daha açık-seçik biçimde gözler önüne serdi. Cumhurbaşkanı'nın (Montrö Sözleşmesi'nin ülkemize verdiği yetkiyi, krizin tırmanmasının önüne geçecek şekilde kullanma kararındayız.) sözleri bu önemin kabul edildiğinin bir göstergesi olarak karşımızda... Şimdi konu bu yetkinin en iyi şekilde tarafsız bir biçimde kulanılmasında...
Büyük Ata bu günleri yüz yıl önceden görmüş ve bu mükemmel sözleşmeyi armağan etmiş ülkeye. Ne mutlu Atatürk'ün evlatlarıyız diyenlere...