Küresel ve ulusal gündem o kadar hızlı değişiyor ki, Brexit, corona virüsü ve İdlib derken, geçen hafta Almanya’nın Münih kentinde düzenlenen önemli bir toplantı hiç dikkat çekmedi: 'Batısızlık-Westlessness'! Bu da ne demek ki diye düşünen okuyucularımı duyar gibiyim! Uzun süredir küresel politika belirleyicisi olma özelliğini yitirmiş görünen Avrupa, Brexit sonrası bu konuda dibin dibini yaşarken yine de refah düzeyi ve demokratik değerleri ile en azından moral açıdan dünya için önemli. Avrupa değerlerinin olmadığı bir dünya herhalde şimdikinden daha kötü bir dünya olurdu.
Westlessness toplantısı esasında, Münih’te 56'ncısı düzenlenen Güvenlik Konferansı'nda gerçekleşti. Geçen hafta yapılan ve çoğu Avrupa’dan 30’u aşkın hükümet ve devlet başkanıyla 70’i bulan ülkeden dışişleri ve savunma bakanlarının hazır bulunduğu konferansta bir çok uluslararası şirketten de üst düzey yöneticileri ve sivil toplum örgütü temsilcileri katılım gösterdi. Yani tüm dünyadan 1000 seçkin kişi, NATO ve kapitalizm karşıtlarının kitlesel protestoları arasında, 'Küresel Sorunlar için Çözüm Önerileri – 2020 ve ötesinde Çok Taraflı Savunma Gereklilikleri', 'İklim ve Güvenlik', ''Kuzey Kutbu’nda güvenlik sorunları', 'Uluslararası güvenlik' ve 'Enerji, Sağlık, teknoloji' gibi konuları ele aldı.
Münih’in tarihi otellerinden Bayerischer Hof Oteli’nde yapılan konferansta ayrıca, ABD ve Rusya arasında yaşanan sıkıntılar, Almanya’nın silah ticareti faaliyetleri ile diğer ülkeler arasında yapılan bölgesel işbirlikler ve ABD’nin İran’a dönük müdahaleleri de gündeme getirildi. Ama kalabalıkların ilgisini çeken konular, çevre ve kadınların politik arenalarda daha etkin olmasına yönelik olanlardı. İklim konusunda son derece kötü senaryolar elbette telaffuz edildi, ancak bu konunun küresel ekonomik dönüşüm için yeni bir fırsat olduğunun da altı çizildi. Örneğin önümüzdeki on yıl içinde, Avrupa Birliği bütçelerinden katma değeri yüksek ve emek yoğun bu ekonomik dönüşüm için 1 trilyon Euro ayrılmış durumda! Artık bu konu yani çevreci politikalar, küresel ekonomiyi canlandırmak ve sonu malum iklim değişikliği ile mücadele için üzerinde önemle durulan bir sektör halinde. Dolayısı ile Avrupa ve Dünya Güvenliği ve savunması için ciddiyeti her geçen gün artan bir kavram haline evrilmiş durumda.
Tekrar 'Batısızlık' oturumuna dönersek, Amerika Dışişleri Bakanı'nın söyledikleri, Avrupa’nın okyanusun öbür kıyısından nasıl görüldüğünü özetler nitelikte idi: Batılılık, çoğrafi sınırlarla ilgili değil, temel hak ve özgürlükler ile girişim özgürlüğünü de kapsayan bir ulusal egemenlik konusudur. Tabii bu çerçeveye, adını alenen söylemese de malum düşmanları oturtmayı ihmal etmedi: Batı değerlerini tehdit eden başta Çin ve İran vs.
İlk paragrafta da belirttiğimiz gibi, Avrupa Birliği Dış Politika Yüksek Komiseri Josep Borrel de, Avrupa’nın dış politikada her ülkeyi kapsayan bir stratejisinin olmamasından yakındı. Bunda karar alma mekanizmasındaki kısıtlılıklar ile baskın ülkelerin insiyatifindeki süreçlere dikkat çekti. Nispeten kısa boyu nedeniyle, boyundan büyük işlere kalkışan bir profil görüntüsü içindeki Fransa Başkanı Macron da, özel bir konuşma ile düşüncelerini anlattı. Macron’un daha çok Brexit’i dillendirmesi, İngiltere’den oluşan boşluğu Avrupa Birliği'nde doldurma çabası olarak değerlendirildi. Üstelik egemen bir Dünya Gücü olarak Avrupa nitelendirmesi,nispeten barışçı bir yaklaşım yanlısı İskandinav ülkelerinin tepkisini çekmekte gecikmedi. Çünkü Finlandiya, Norveç, İsveç gibi ülkeler dünya gücü olmanın olmazsa olmazı büyük bütçeleri, silahlara değil sosyal harcamalara ayırmak istiyor.
Sonuç ne oldu diye merak eden okuyucularımıza verecek somut bir karar metni maalesef yok: Sadece Dünya Politik literatürüne ‘Batısızlık’(Westlessness) girmiş oldu!