Yeryüzü olarak salgın, deprem, terör, savaş, yoksulluk girdabındayız. Her coğrafya payına düşeni kıyasıya yaşıyor, yaşatılıyor. Emperyalizmin ve kasadarı kapitalizmin kaçınılmaz “büyük iflas” öncesi çırpınışları, dinden, ırktan, kökenden medet uman azgınlıklar olarak insanlığın başına çökmüş durumda. Her biri ölümlere, yıkımlara, kine öfkeye şiddete yol açan ve umutsuzluktan, çaresizlikten, yarınsızlık korkusundan beslenen bir cehennemi yaşıyoruz. İnsanlık suçlarına cafcaflı bir ad da bulmuşlar: “Medeniyetler Çatışması”. Bu zehirli tanımlama, teknolojinin pırıltılı, baş döndürücü ve ölümcül olanaklarında, yeni Pompei’lerden, Haçlı Seferleri'nden, fetih açgözlülüklerinden, toplama kamplarından besleniyor. “Yeni Ortaçağ” derken neyi kastettiğimizi, ancak böyle özetleyebiliriz.
Başta deprem olmak üzere, bu genellemede yer alan kimi kavramlar doğaya bağlanabilir. Bir açıdan haklılık da taşır. Ancak bu yaklaşım, sapla samanın karıştırılmasından kaynaklanan, kadercilikten ikbal devşirenler dışında kimseye yararı olmayan büyük bir yanılgıdır. Doğanın kendi mecrasında yaşadıklarının, korkunç sistem hatalarından ve onun yarattığı insan tipinden dolayı facialara ve cinayetlere dönüştüğünü göremeyen aymazlık, gerçeği örtmekte, emperyalizmi, kapitalizmi ve türlü renklerle kuyruğuna takılanları rahatlatmakta, alan açmakta, yeni fırsatlar tanımaktadır. Propaganda silahlarını dinin ve şovenizmin soyut kavramlarıyla doldurup üstümüze boşaltırken, iktidarını pekiştirmek ve kalıcı kılmak için yasaların, planlamaların, baskıların ve korkutmaların gerçekliğini sonuna kadar kullananların ikiyüzlülüğünü görmek için fazla zekâya gerek yoktur. Bir örnek verelim.
Küresel salgın koronanın (Türkçesinin “taç” olması ne kadar da manidardır) üstesinden nasıl geleceğimizi düşünürken, İzmir’de bir deprem yaşandı. 114 insanımızı yitirmenin acısına yenilerinin eklenmemesini, fiziksel ve ruhsal açıdan yaralı binlerce insanımızın sağlıklarına kavuşmasını diliyoruz, bekliyoruz. Doğa kendini işte bir kez daha ve korkunç bir yıkımla anımsattı. Cehalet körlüğünün, bilimden uzaklaşmanın, saygısızlığın, açgözlülüğün ve pervasızlığın nelere yol açacağını, çok acı biçimde anımsattı. Sistem ve temsilcileri, kuşkusuz onlarca yılın ihmaline ve ertelenmesine eklenmenin özeleştirisini verip gereğini yapmaktansa, fanatikleri dışında kimsede karşılık bulmayan sözlere ve tavırlara sığındı. Ama İzmir için bir şeyler yapacağını iddia ederken, başta Büyükşehir olmak üzere, kentin ve İzmirlilerin en önemli tercih göstergesi olan yerel yönetimleri, onlara eklenen yüce gönüllü insanları ve örgütlenmeleri yok saymakla işe başlayıp, demokratik tavrına yeni bir örnek sergiledi. Sorun -her zamanki taktikle- keşke soyut kavramlarla hayatın gerçeğini örtmekle çözülebilseydi. Örneğin “merhamet”…
Merhamet bireylerde olur. Biz ona insancıllık, duyarlık, paylaşım, toplum bilinci der, halk olma erdemine eklenme çabası deriz. Devlet ve kurumları, şeffaf, hesap verebilir bir sorumluluk ve sorunlulukla çalışırken, merhamet gibi soyut-insafa bırakılmış kavramlarla değil, “sosyal devlet” duruşuyla çalışmak zorundadır. Bu duruş, işi yalnızca bu mekanizmayı doğru dürüst işletmek olan kişilerin tasarrufunda olamaz. O sistemin adı literatürde başkadır. “Merhamet” gibi soyut kavramlar, devlet söz konusu olduğunda hukuka, insan haklarına, nesnelliğe, akla ve bilime uygunluk gibi ölçülebilir, denetlenebilir somutluğa dönüşmek zorundadır. Bireyler bu erdemlerle “insan kalitesini” sergilerken; devleti ve kurumlarını denetlemek, sorgulamak, sistemin unsurlarını gözlemek ve gerektiğinde değiştirmekle “yurttaş kalitesini” ve “örgütlenme iradesini” kanıtlar. İşte böylece sistem duygusallıktan beslenen “merhamet, sadaka, inayet, bahşetmek” gibi kavramlara değil, duyarlığa, hak ve sorumluluktan beslenen ilişkilere ve halkın tercihlerine saygıya dönüşür ki, “demokrasi” tam da budur.
İnsanlık, Yeni Ortaçağ’dan da kurtulacak. Bunun için önce sözcükleri, kavramları tozundan kirinden kurtarmak gerekmektedir. Örneğin “laiklik” yalnızca bir kavram değil, hayatın her alanını belirleyen çağdaş duruşun öteki adıdır. Demokrasi velaiklik… Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün izinden yürümek, Türkiye Cumhuriyeti’nin bu değerlerle kurulduğunu anımsamaktan geçer.