Güliz Yıldız ZEREN - Türkiye’de kadına yönelik şiddet, cinsiyet ayrımcılığı, kadın cinayetleri her geçen gün daha da artarak devam ediyor. Kadın hakları mücadelesi konusunda farkındalık ve eylemlilik hali barolar, vakıflar, dernekler, kadın hakları platformları ve daha birçok sivil toplum kuruluşu tarafından sürdürülüyor.
İzmir Barosu Kadın Hakları Danışma ve Hukuk Araştırmaları Merkezi’nden Sorumlu Yönetim Kurulu Üyesi Avukat Elçin Kılınçer Ot, Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı Gönüllüsü Selime ve İzmir Kadın Dayanışması Derneği üyeleri, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nde kadın hakları mücadelesi konusunda Türkiye’nin panoramasını gözler önüne serdi.
Türkiye kadın mücadelesi ve hakları konusunda nasıl bir noktada? Giderek artan cinsiyet eşitsizliği, kadına şiddet, taciz, tecavüz ve kadın katliamları nasıl önlenebilir? Türkiye’nin tek taraflı feshettiği 45 ülke ve Avrupa Birliği tarafından imzalanan İstanbul Sözleşmesi’nin kadın hakları mücadelesindeki önemi konusunda görüşlerini kamuoyuyla paylaştı.
İzmir Barosu Kadın Hakları Merkezi: “Sözleşme yürürlükteyken ciddi azalma vardı”
İzmir Barosu Kadın Hakları Danışma ve Hukuk Araştırmaları Merkezi’nden Sorumlu Yönetim Kurulu Üyesi Avukat Elçin Kılınçer Ot, Türkiye’nin geri çekildiği İstanbul Sözleşmesi’nin kadın hakları mücadelesindeki önemine ve sözleşmeden imza çekmeden önceki sürece ilişkin değerlendirmelerde bulundu.
Avukat Elçin Kılınçer Ot, İstanbul Sözleşmesi’nin toplumsal cinsiyet temelli şiddeti başka bir ifade ile kadına yönelik her türlü şiddeti cinsiyet eşitsizliği ekseninde düzenleyen en kapsamlı metin olduğunu belirtti. Kılınçer, kadına yönelik her türlü şiddetin ve ev içi şiddetin önlenmesi, şiddet mağdurlarının korunması, suçların kovuşturulması, suçluların cezalandırılması ve son olarak, kadına karşı şiddet ile mücadele alanında bütüncül, eş güdümlü ve etkili işbirliği içeren politikaların hayata geçirilmesinin sözleşmenin dayandığı dört temel ilkeyi oluşturduğuna vurguda bulundu.
Sözleşmenin daha yalın bir anlatımla; şiddeti önle; önleyemiyorsan soruştur ve kovuştur, kovuşturma sonunda gerekli cezayı uygula, ayrıca şiddeti önleyen politikaları/düzenlemeleri hayata geçir dediğine işaret eden Kılınçer, “Sözleşme, yalnızca cezalandırma ya da cezasızlığı ortadan kaldırma ile değil, kadınların korkmadan, güven içerisinde, şiddetten uzak ve kadın oldukları için ayrımcılığa uğramadan yaşamasına ve maruz bırakıldıkları şiddet için tazmin edilmelerine de olanak sağlıyordu” dedi.
İstanbul Sözleşmesi’nin şiddet vakalarına etkisi
İstanbul Sözleşmesi’nin, yürürlüğe girdiği dönem itibari ile de bir süre şiddet vakalarında ciddi azalma olduğunu o dönemki çalışmalardan bildiklerinin altını çizen Av.Kılınçer, “bu nedenle, Türkiye’nin tekrar sözleşmeye imza atması gerektiğini vurguluyor; “İstanbul Sözleşmesi yaşatır!” diyoruz” vurgusu yaptı.
“Tek adam rejimi keyfiyetiyle sözleşmeden imza çekildi”
Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden imzasını çekmesi konusunu yorumlayan Kılınçer, “Türkiye’nin sözleşmeden çekilmesi tamamen tek adam rejiminin keyfiyetiyle olmuştur. Barolar, Barolar Birliği, kadın örgütleri, siyasi partilerin temsilcileri o dönemde sözleşmenin feshinin hukuka aykırı olduğu gerekçesiyle feshin iptali için Danıştay’da davalar açtık, Danıştay tarihinin gördüğü en kalabalık duruşmalarda söz söyledik. Ancak sözleşmenin Devlete yüklediği yükümlülüklerin altında ezilen siyasi irade, birtakım çevrelere de hoş görünmek için ilk imzacısı olmakla övündüğü sözleşmeden bir gecede çekiliverdi” dedi.
“Türkiye vahim bir noktada”
Türkiye’de geçtiğimiz hafta 1 gün içerisinde 8 kadının katledilmesi kadına yönelik şiddet, taciz, cinayet ve daha birçok hak ihlali ve işlenen suçlarla bu yıl 8 Mart’ta nasıl bir Türkiye panoraması ile karşı karşıya olduğumuzu sorduğumuz Kılınçer, “Türkiye 2023 yılında Dünya Ekonomik Forumu'nun yayınladığı Küresel Toplumsal Cinsiyet Uçurumu Raporu’na göre 146 ülkede 129. Sırada" diyerek cevap verdi.
“25 Kasımlarda da sıkça dile getirdiğimiz üzere, toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanamadığı, bireyin merkeze alınmadığı, ailenin kutsanarak kadınların eve kapatıldığı sosyal, kültürel, iş ve siyaset yaşamından uzak bırakıldığı, kadınların erkek tahakkümüne maruz bırakıldığı bir sistemde iyiden bahsetmek çok zor” diyerek değerlendirmelerine devam eden Kılınçer, tablonun vahimliğine işaret etti.
“Bakanlıklardan bilgi edinemiyoruz, İzmir’de artış yüzde 100’den fazla”
“Kadına dönük şiddeti önleyen bütüncül politikalar geliştiremezken, şiddeti etkin bir biçimde soruşturup kovuşturamazken üzerine uygulanan cezasızlık politikaları ile Türkiye’nin vahim bir noktada olduğunu üzülerek söylüyoruz” diyen Kılınçer, Zaman zaman Bakanlıklardan bilgi edinme kapsamında veri istesek de sorularımızın yanıtını bugüne dek alamadık. Ancak İzmir Barosu Kadın Hakları Merkezine yapılan başvuru sayısı ne yazık ki bir önceki yıla göre %100’den fazla artış göstermiştir” bilgisini paylaştı.
Kılınçer son olarak şunları söyledi: “Geçtiğimiz günlerde kabulünün 98. yılını kutladığımız Medeni Kanun özellikle 2002 yılında yapılan değişikliklerle örgütlü kadın mücadelesinin sonucunda yürürlüğe gitmiştir. Kadınlar “hak verilmez, alınır” felsefesi ile yıllarca mücadele vermiş, mücadelelerinin sonucunda kadın ile erkeği eşit konumlandıran düzenlemelerin vücut bulmasında etkin rol oynamışlardır. İzmir Barosu olarak bizler, gerek yaptığımız akademik çalışmalarla meslektaşlarımızın mesleki gelişimine dolayısıyla da kadın hakları konusunda farkındalık yaratmaya; gerekse şiddet öyküsü bulunan kadınlara koşulsuz sağladığımız hukuki destekle, şiddet öyküsü dışındaki vakalara da bazı koşulların var olması halinde sunduğumuz adli yardım hizmetiyle kadınların adalete erişmesine çabalıyoruz. Yine kamu kurumları ile yaptığımız ortak çalışmalarla kadın haklarının gelişmesi, uygulamaya geçirilmesi, adalete erişimi noktalarında fayda sağlamaya çalışıyoruz.”
Mor Çatı: “Sözleşmeden çekilmek adım atılmayacağının beyanıydı”
Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı Gönüllüsü Selime, 1990 yılından bu yana şiddete karşı kadın dayanışması ile mücadele ettiklerini, son yıllarda en sıklıkla karşılaştıkları ve gün geçtikçe artan sorunun, kadınların şiddete karşı onlara destek sağlaması gereken mekanizmalara başvurduklarında karşılaştıkları kötü uygulamalar olduğunu belirtti.
“Cinsiyetçiliğin ve toplumsal cinsiyet eşitliği karşıtı tutumların bir sonucu olarak kadınlar haklarına erişmek için mücadele etmek zorunda kalıyorlar” diyerek sözlerine devam eden Selime şunları kaydetti: “2023 yılında ayrıca, şubat ayında yaşanan depremlerden etkilenen kadınların şiddetten uzaklaşmasının önündeki güçlüklerin artmasına tanıklık ettik. Depremden etkilenen bölgelerde şiddetle mücadele mekanizmalarının işlemez hale gelmesinin sonucu olarak kadınlar şiddete karşı çaresiz bırakıldılar.”
İstanbul Sözleşmesi’nin kadın hakları mücadelesindeki önemine yönelik değerlendirmede bulunan Selime, “İstanbul Sözleşmesi, kadınları şiddete karşı koruyan ve şiddetle mücadeleye dair kapsamlı yol haritasına sahip bir sözleşme. Türkiye'nin sözleşmeden çıkması, şiddetin temeli olan cinsiyet eşitliğini sağlamaya, kadınları şiddetten korumaya, şiddeti önlemeye ve faillerini yargılamaya yönelik irade göstermeyeceğinin beyanı oldu. Sözleşmenin kapsamlı ve bütüncül politikalar önermenin yanı sıra toplumsal cinsiyet eşitliğini temel alması Türkiye açısından çok önemliydi. Türkiye'de giderek yükselen cinsiyet eşitliği ve aileci politikaların sonucu olarak sözleşmeden çekilmeye dair geri adım olası görünmüyor. Fakat biz feministler, İstanbul Sözleşmesi'nde ısrar etmeye devam ediyoruz” vurgusunda bulundu.
“Toplumsal eşitsizlik endeksinde 129’uncu sıradayız”
Kadın haklarına saldırıların dünyanın her tarafında olduğuna dikkat çeken Mor Çatı Gönüllüsü, siyasi alanda yükselen sağ ideolojilerin, kadın haklarını açık hedef haline getirdiğini ve patriyarkanın dünyanın her yerinde tüm kadınları etkilediğini belirtti.
Türkiye'nin pek çok Avrupa ülkesine göre eşitliğin ölçütü olan pek çok alanda gerilerde kaldığına dikkat çeken Mor Çatı 8 Mart’a kadınlara ve tüm topluma şöyle seslendi: “Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği endeksinde 146 ülke arasında 129. olmasından görüyoruz. Türkiye’de kadına yönelik şiddet çok yaygın bir olgu. Kadına yönelik şiddet cinsiyet eşitsizliğinden kaynaklanıyor, kadın cinayetleri ise sistematik erkek şiddetinin bir sonucu. Toplumsal cinsiyet karşıtı politikalar, kadınların her alanda maruz kaldıkları eşitsizlik ve ayrımcılığı pekiştiriyor. Kadınların üstündeki bakım yükü, istihdama düşük katılımları, gelir eşitsizliği ve eğitimde fırsat eşitsizliği verilerine baktığımızda bu eşitsizliğin boyutlarını bir kez daha görebiliyoruz. Kadına yönelik şiddet açısından ise Türkiye kadınları şiddetten korumakta ve şiddeti önlemekte yetersiz kalıyor. 8 Mart bizim feminist mücadelemizi kutladığımız gün. Patriyarkaya, erkek şiddetine karşı verdiğimiz feminist mücadeleyi ve kadın dayanışmamızı kutluyoruz. Bu yıl da tüm bu olumsuz tablo, maruz kaldığımız şiddet ve ayrımcılık sürerken sırtımızı yaslayacağımız adres olarak kadın dayanışmasını gösteriyor ve tüm kadınları bu dayanışmanın parçası olmaya çağırıyoruz.”
İzmir Kadın Dayanışması: “Türkiye’de kadınlar adalete erişemiyor!”
İzmir Kadın Dayanışma Derneği, bu yıl 8 Mart’ta taleplerini sıraladı ve tüm kadınları kazanılmış haklarının sürdürülebilirliği ve yeni kazanımların elde edilmesi taleplerini dile getirmek için alanlara davet etti.
Dernek üyesi kadınlar, “Türkiye’nin kadın hakları mücadelesinde bu yıl ki taleplerimizin içerisinde öncelikle toplumsal cinsiyet eşitliğinin var olabilmesi için mücadeleye devam etmek ve bu konudaki talepleri dile getirmek yer alıyor. Bir diğer öncelikli talebimiz, kadına yönelik şiddeti önlenmesi için 6284 Sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Şiddet Yasasının uygulanmasını sağlamak. Yerel yönetimlerden de şiddetle mücadele konusunda önemli taleplerimiz var. Yerel yönetimlerden en öncelikli talebimiz kadın danışma merkezlerinin, kreş, yaşlı bakım, sağlıklı yaşam, engelli bakım merkezlerinin yaygınlaştırmalarıdır. Siyasi partilere de çağrımız çok bahsi geçen fermuar sisteminin hayata geçirilmesidir” diye konuştu.
Türkiye genelinde olduğu gibi İzmir’de de kadına yönelik şiddet ve katliamların giderek arttığına dikkat çeken dernek üyeleri şunları söyledi: “Bu artışın nedenlerini Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden geri çekilmesi, şiddeti ve cinsiyet ayrımcılığını önleyici çalışmaların olmaması, gittikçe artan cezasızlık sistemi olarak sıralayabiliriz. Kadın yoksulluğu gittikçe artıyor. Bu yoksulluğa bağlı olarak kadına yönelik şiddet de artıyor. 6284 yasasının uygulanmaması da bu nedenlerden biri.”
“Kadınlar, tedbir kararı aldırsa da ısrarlı takip cenderesinde”
İzmir Kadın Dayanışma Derneği, şiddete uğrayan kadınlardan gelen başvurularda öncelikli sorunun adalete erişememek olduğuna dikkat çekti.
Bu anlamda yaşanan ciddi sorunlar olduğunu belirten dernek üyeleri, “Kadınlar şu anda en çok ısrarlı takipten ötürü büyük sorun yaşıyorlar. Tedbir kararı alınsa bile kadınlar bu ısrarlı takip nedeniyle evinden dışarı adım atamıyor. Israrlı takip hayatları fazlasıyla cendereye sokan bir hal aldı.
Tüm kadınları 8 Mart’ta dayanışmaya çağırıyoruz. Kadınlar olarak haklarımıza sahip çıkalım ve alanlarda olalım. Medeni kanunda yapılmak istenen değişikliklere karşı, kazanılmış haklarımızı korumalıyız. Yeni kazanımlar elde etmek için taleplerimizi haykırmalıyız. Yasalara dokunma uygula diyoruz. Haklarımızdan ve hayatlarımızdan vazgeçmiyoruz” dedi.