Şiirde, öyküde, romanda, sanatsal ve yazınsal ürünlerde sanatçıyı, yazarı, şairi düşünce biçiminden, olayları yorumlayışından adıyla, sanıyla hemen tanıyabiliyorsak, o yazar kişi, şair, eski biçimiyle söyleyelim “üslup sahibi”dir.
Buradan da anlaşılır ki sanatçının düşüncelerine, duyuşlarına, imgelemlerine, heyecanlarına verdiği biçim biçemdir, üretilen yazıda, şiirde kişilik kazanmaktır.
Demirci, marangoz, keçeci, bakırcı, aşçı, kahveci… Hangi mesleği anarsanız anın, emeğin ayrıcalığını duyumsarsınız. Ne var ki tüm bu esnafın, emekçilerin ayrıldıkları, ayrıcalık kazandıkları nokta, onların yaptıkları işin inceliği, biçemidir. Siz de ustaları yaptıklarıyla, yapıtlarıyla, ürettikleriyle estetik, sunum, koku, tat, renk, görsel zenginlik gibi özellikleriyle arar bulursunuz.
Sanatın inceliği, önceliği de biçemle farklılaşır, olgunlaşır, ayrışır. Her yazar emeği ile olduğu kadar, oluşturduğu biçemiyle öne çıkar. Gözlenir, gözetilir, saygınlaşır.
İnce duyguları, derin düşünceleri dile getiren yazıları okumak-anlamak kuşkusuz her zaman kolay değildir. Bu tür yazıları kaleme almanın da kolay olduğunu söylemeyemeyiz.
Her dil, ortalama bir algı düzeyine göre biçimlendiğinden, genel sınırların dışına çıkan anlatımlar, dilin olanaklarını zorlar. Güçlü yazarlar, dilin ortalama sınırlarını aşmış, sözcüklerin ses ve anlam özelliklerini ayrıntılarıyla ortaya koymuş, renklendirmiş kişilerdir. İşte bu bağlamda yazarda, sanatçıda, şairde, yazın insanında biçemin ne denli önemli, anlamlı olduğu da kendini gösteriyor.
Fransız yazınının ustalarından Buffon’un (1707-1788) “Biçem insanın ta kendisidir” sözü hâlâ özgünlüğünü, inceliğini korur. Bence bir sanat gerçeğini de yansıtır.
Britanyalı düşünür Bertrand Russell’ın (1872-1970) söylediklerini de görmezden gelemeyiz: “Biçem yazarın içten gelen duygularını yansıtmıyorsa ya da yazarın kişiliğinin anlatım değeri yoksa güzel nitelemesine layık değildir.”
Görünen o ki, biçemle ilgili söylenenler, yazılanlar, anlatılanlar kendisi olmanın, kendine özgülüğün, ayrıcalığın bir anlatımıdır. Biçemle, uslupla ilgili olarak kim ne demişse, ne söylemişse, ne yazmışsa, mutlaka deneyimi, birikimi, olgunluğu ile demiştir diyeceğini.
İnsan yaradılışı gereği, inandığı değerlerin, yaşadığı çevrenin, içinden geçtiği zamanın etkisindedir. Durum böyle olunca, Buffon’u haklı görmemek olası değil. Üstüne bastırarak “Üslup insanın ta kendisidir” demeyi bugün de doğru ve seçkin bulabiliyoruz.
Bir zamanlar yaygın olarak kullanılan, günümüzde de geçerliliğini sürdüren “üslûp” sözcüğü için, birçok karşılık bulunmuş, söylenmiş, yazılmış… “Deyiş”i öncelikli kılan da olmuş. Belki adı daha içtenlikli olsun diye “özanlatı” diyenler de çıkmış. “Yoldam”ı öneren, kabullenen, bu sözcüğe yakınlık duyanları da garipsemem elbet.
Çoğu ağdalı, zor çözümlü sözcüklerimiz gibi üslup da Arapça’dan gelip dilimize oturuvermiş! Türk Dil Kurumu Sözlüğü üslup karşılığı olarak biçem’i önermiş. Tarz, stil, yol… Hangisi kolayınıza gelir bilmem; ama ben de biçem’i yeğlerim kullanımda. Oluşun, oluşturmanın, duyuşun, seçişin yolu yordamıdır da ondan mı ola?
Konuşma ya da yazmada anlatım biçimi dersek, abartmış olmayız. Sanatçı, yazar, şair, yazın emekçisi için biçem, duyuş ve düşünüş ayrılığını içerir. Bir bakıma sanat yapıtlarında insanın düşünüşlerine, duygularına, imgelemlerine, heyecanlarına verdiği biçim, bu sözcüğü kavramamıza neden olur.
Bir kimsenin 'süslü' biçemle yazdığından ya da 'gülünç' bir biçem kullandığından söz ettiğimizi de unutmayalım.