Hay Allah!
Orhan Veli Kanık şairimizin dediği gibi, beni de "Bu güzel havalar mı mahvetti" dersiniz?
Yoksa, takvim yaprakları mı bana küstü; ben mi takvim yapraklarına küstüm? Pek anlayamadım doğrusu!
Öyle ya, şurada 31 Mart Yerel Seçimlerine tam 9 gün kala dışarıda ittifaklar arası liderlerin genel seçim havasındakine benzer siyasi "benlik egoları" hepimizin psikolojisini aldı götürdü!
Bendeniz de, 62 yıllık meslek hayatımın bilgisayar tuşları üzerinde "yorgun düşen savaşçıları" misali parmaklarımı fizik tedavi servisinde tedavi ettirmek için adeta evimle Eşrefpaşa Hastanesi arasında şifa köprüsü kurdum...
* * *
Evet, tam 9 gün sonra 30'u büyükşehir olmak üzere 81 ilimizin ve de onlara bağlı ilçe belediye başkanları, meclis üyeleri ile mahallelerimizin muhtarlarını beş yıllığına seçmek üzere sandık başına koşacağız.
Hastaneler mevsim rahatsızlıkları ile dolup taşarken, siyaseten fısıltı ile konuşanlar da iktidarın baskı ve zulmüne maruz kalmamak için "sus-pus" vaziyetinde "göz-kaş işaretleri" ile konuşuyor.
Hastanede İzmir'in "dert babası" Sancar Maruflu dostum da sıkı bir tedavi altında yatıyor. Onunla sıkça görüşüp "Ne olacak memleketin hali? " diyen hasta ve yakınlarının sorularına muhatap oluyoruz.
Tabii ki, herkes yandaş medyadan dert yanıyor. Hatta bu arada Gazeteciler Sendikası (TGS) İzmir Şube Başkanı sevgili dostum Halil Hüner de hastanelerde tedavi altında bulunan birçok meslektaşımızından ve de hapisanelerdeki 136 gazeteci- yazar kadrosunun (!) rahatsızlığından söz ediyor...
* * *
Bizleri dinleyenler "Vay be! Yandaşlığın da korkunç bir boyutu varmış!" diyerek tepkilerini ortaya koymaya çalışıyorlar...
Oysaki, demokratik rejimlerde, krallık, padişahlık ve de kendinden menkul rejimlerde bile iki tarafa da eşit uzaklıkta olunabiliniyor!
Hatta kanlı-bıçaklı siyasi rejimlerde de liderler, adaylar TV ekranlarında karşı karşıya gelir ve vatandaşın öğrenmek istediği her konuyu sormalarına müsaade ederler; sandığa giden yolu ardına kadar açarlar...
Vay be!
Benim 62 yıllık mesleğimin neden kan kaybettiğini, ayan beyan gördük!
Daha durun, daha durun! Önümüzdeki 9 günde, yani gün be gün daha neler duyup, neler göreceğiz, bakalım!
Eskiden baskı boyutlarını askeri alanlarda "Yasak hemşerim!" levhasında görüp frene basardık!
"Aineyi devran, aynı devran" sözü de sanırım, asarı antika olarak kaldı!
Gazete tirajları düştü!
Gazete adı altında iktidarın sesine bahşiş olarak ilanlar atılıyor. Karşılığında da "susturun şunları!" diye emir, sulta ve korku salma metodları sergilendiği dile getiriliyor!
Gazeteler bitti, bitiyor!
Vah benim 62 yıllık mesleğim, Vah!
Vah ki, ne vah!
* * *
İstanbul'da bir TV kanılında Ekrem İmamoğlu'nu konuk eden kişinin o beyaz camdaki hakaretleri ne idi? diye soran sorana!
Gel de Fox TV'deki Fatih Portakal ve İsmail Küçükkaya'nın konuklarına nasıl davrandıkları, nasıl eşit mesafede yaklaştıklarını görüp, ders alınsa sanırım biraz iyi olur!
İşte bu TV kanalını ve bu iki yorumcuyu huzurlarınızda mesleğim adına kutluyorum. Demek ki, mesleğimize sahip çıkanlar varmış diye seviniyorum doğrusu.
* * *
Okurlarımdan gelen politik fıkralardan biri bilmem günümüze uyar mı? İşte 1983'de Deniz yayınlarından alınan bu fıkra ile yazıma noktayı koyup seçime 2 gün kala tekrar sizlerle bu köşede buluşmayı umut ediyorum.
İç tüzük
Amerikan senatosunda bir yasa tasarısı tartışılırken demokratlarla cumhuriyetçiler birbirlerine girmişlerdi. Havanın iyice elektriklendiği bir sırada sözcülerden biri, diğerine "Cehenneme kadar yolun var!" diye bağırdı. Diğeri şaşırdı. Ne diyeceğini bilemedi. Sonra başkana dönerek, rakibinin bu sözüne itiraz etti. Başkan kara kaplı defteri açtı. Sayfaları karıştırdı ve şikayetçi senatöre:
"İç tüzüğe baktım. Gitmeniz şart değil.!" dedi.