Her gün kullandığımız deyimler var.

Çoğunu kullanır ama hikayelerini bilmeyiz.

İşte size birkaç örnek.

Lafla peynir gemisi neden yürümez?

Atı alan Üsküdar'ı nasıl geçti?

Dananın kuyruğu neden koptu?

***

Bir zamanlar İstanbul'da Aksi Yusuf adında bir peynir tüccarı varmış. Bu tüccar çıkarcı ve cimri biriymiş. Trakya'dan getirdiği peynirleri İstanbul'da satar, artanı da deniz yoluyla İzmir'e gönderirmiş. İzmir'de peynir fiyatları yükseldikçe elinde ne kadar mal varsa gemilere yükletir, ama taşıma ücretini peşin vermeyerek kaptanları yalanlarıyla oyalar dururmuş.

Genellikle, “Hele peynirler sağ salim varsın, istediğiniz parayı fazla fazla veririm” diye vaatlerde bulunurmuş.

Birkaç kez aldanan gemi kaptanlarından birisi yine İzmir'e doğru yola çıkmak üzere iken sinirlenmiş ve şöyle demiş:

“Efendi, tayfalarıma para ödeyeceğim. Gemimin kalkması için masrafım var. Parayı peşin ödemezsen Sarayburnu'nu bile dönmem.”

Aksi Yusuf, “Hele peynirler sağ salim varsın…” demeye başlayacakmış ki, Gemici:

“Efendi, lafla peynir gemisi yürümez. Geminin yürümesi için kömür lazım, yağ lazım” demiş.

Bu sözler üzerine Aksi Yusuf parayı ödemiş.

Bu söz daha sonra iş yapmayıp sadece boş konuşanlar için söylenmeye başlanarak deyimleşip Türkçe'mize yerleşmiş.

***

Bolu Beyi'ne başkaldıran, çoğunlukla ünlü halk şairi ile karıştırılan eşkıya Köroğlu, bir gün atını çaldırmış.

Köroğlu, değerli ve akıllı bir hayvan olan atını aramak için diyar diyar dolaştıktan sonra, İstanbul'da satılık hayvanlar arasında kendi atını bulmuş.

Onu tanımayan satıcıya müşteri gibi görünmüş. “Önce şöyle bir binip deneyeceğim, sonra satın alacağım” diyerek ata atlamış.

Hayvan da sahibini tanıdığından, atı mahmuzlamasıyla şimşek gibi fırlayıp kaybolmuş.

Kıyıya varınca da sala fazla para verip Üsküdar'a çektirmiş.

Öfkesinden küplere binip izlemeye yeltenen at cambazına, kalabalıktan biri seslenmiş:

“Beyhude çabalama atı alan Üsküdar'ı geçti. O adam Köroğlu'nun kendisi idi...”

***

Ve günün finali.

Geçmişte düzenbaz ve yalancı bir adam varmış. Tüccar ve esnafa borç vermediği halde vermiş gibi gözükür, onların aleyhine dava açar, şahitler ve kadıya rüşvet vererek davayı kazanır, haksız kazanç elde edermiş.

Bu sahtekâr adam, bir gün, kasabanın sözü geçen bir adamı hakkında dava açmış, kadıya da rüşvet olarak bir dana göndermiş.

Davalı tüccar bunu öğrenince, daha büyük bir danayı kadıya teslim etmiş.

İşin tadının kaçtığını anlayan kadı, her iki danayı getirtip mahkemenin avlusuna bağlatmış.

Kadı makamına kurulup herkesin önünde şunları söylemiş:

“Bu davayı görmek için uzun zaman vicdanımla savaştım. Ben adalet için çalışırım. Gelin görün ki, iki taraf da evime birer dana göndermiş. Şimdi kimin haklı, kimin haksız olduğunu danalara bakıp anlayalım...”

Avludaki danalar, kuyruklarından birbirine bağlanmış ve kuyruk altlarına neft sürülerek birer diken batırılmış. Hayvanlar böğürerek birbirini aksi yönde çekmeye başlamışlar.

Bu arada kadı bağırarak, “Kimin danasının kuyruğu koparsa, o taraf haksız çıkacak ve adalet yerini bulacaktır” demiş.

Kısa bir çekişmeden sonra sahtekârın getirdiği dananın kuyruğu kopmuş ve hayvan can acısıyla sokağa fırlamış.

Böylece işlerini kadıya rüşvet vererek halleden adam, danasının kuyruğunun kopmasıyla düzenbazlık ve yalancılığının sonucunu görmüş.