Yaşadığımız sorunları aşıp, düze çıkabilmek için tarihi iyi bilmek, yapılan yanlışlardan dersler çıkarıp; yapılmış doğru uygulamaları günümüz koşullarına uyarlayarak, gerçekçi ve bilimsel, yani Atatürkçü çözüm yolları üretmek gerek.

Geçmişte de, bugün de, yaşanan sorunların temelinde emperyalizmin bitmek tükenmek bitmez istekleri yatıyor. Çanakkale’de ve Anadolu’da emperyalizme ‘Dur’ diyen Atatürk, ‘en gerçek yol gösterici’ olan bilimin rehberliğinde gerçekleştirdiği devrimlerle ‘tam bağımsızlığı’ hedeflemiştir. 1947’deki Marshall Planı sonrasında, bilimin ışığını tüm Anadolu’ya yayacak Köy Enstitüleri’nin önü toprak ağalarınca kesilmiş, ardından önce din, sonra ırk ayrımı körüklenmiştir. Yine emperyal bir plan olan 1980 İhtilali’nden sonra bu ayrımlar daha da güçlenmiş, Büyük Ortadoğu Projesi’nin gerçekleştirilebilmesi için AKP kurulmuştur. 1 Mart Tezkeresi Meclis’ten geçmeyince, FETÖ aracılığıyla Ordu, adalet ve eğitim sistemleri hedef alınmıştır. 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında, Meclis’in yetkileri devredilerek ‘Tek Adam Sistemi’ kurulmuş; adalet, hukuk ve eğitim sistemleri iyice çökmüştür. Ve şimdi Suriye’nin kuzeyinde PYD tarafından federe bir Kürt devleti kurulurken, Cumhur İttifakı Bahçeli aracılığıyla Öcalan’ın desteğinin peşinde…

13 Ocak tarihli yazımda, “Bahçeli’nin açılımının nedeni, Türkiye’nin tıpkı İsrail gibi Suriye’ye girip, kendisi için var olan tehdidi ortadan kaldırma girişimini önlemek olabilir mi?” diye sormuştum. Öcalan’ın mesajının ardından, Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Konseyi Sözcüsü Brian Hughes’un yaptığı “Bu önemli bir gelişme ve bunun ABD’nin Kuzeydoğu Suriye’deki DEAŞ karşıtı ortakları konusunda Türk müttefiklerimizin endişelerini gidermeye yardımcı olacağını umuyoruz” şeklindeki açıklama, endişelerimi artırmıştır. Bir hümanist olarak barıştan yanayım; ama bir realist olarak, Bahçeli-Öcalan işbirliği ile kalıcı bir çözüm bulunacağını sanmıyorum…

Peki, çözüm ne? Türkiye’de sosyoekonomik düzeyi yüksek ve alçak olan halk kesimleri arasındaki uçurum giderek artıyor ve kırsal kesimdeki çocukları ve gençleri geleceğe hazırlayacak, kapatılan Köy Enstitüleri’nin yerini bugünkü koşullarda karşılayabilecek bir projeye gereksinim var. Sınava değil, hayata hazırlayan; gençlerin meslek sahibi olmalarına katkıda bulunacak böyle bir projenin adı ‘İlçe (Mahalle) Enstitüleri’ olabilir.

Büyükşehir Belediyelerinin desteği ile çeşitli ilçelerde, belediyelerin var olan tesislerinde kurulabilecek enstitülerde, konuşmacılar/eğitimciler gönüllülük esasına dayalı olarak para almaksızın hizmet verebilirler. Bilgilendirme toplantıları ve yerel gereksinimlere yönelik sertifikalı kurslar düzenlenebilir, düşük bütçelerle iyi bir eğitim sağlanabilir. Çağdaş eğitim dernekleri ve sivil toplum örgütleri ile işbirliği yapılabilir, özel sektörün desteği alınabilir. Sonuçta, ilçelere, mahallelere ve köylere aklın ve bilimin ışığı götürülebilir.

İzmir’in bir veya birkaç ilçesinde denenmesi durumunda, projenin çok düşük bir maliyetle başarılı olma olasılığını son derece yüksek buluyorum; çünkü yakın geçmişte iki yıl üst üste önce Manisa Celal Bayar Üniversitesi’nde, ardından İzmir Ekonomi Üniversitesi’nde Avrupa Pediatri Birliği işbirliğiyle gerçekleştirdiğimiz Çocuklar İçin Güvenli Gıda Sempozyumlarında (SAFFI) bunu başardık.

Kampanyasını İzmir’de başlatan Cumhurbaşkanı Adayı Ekrem İmamoğlu’na yakışacağını düşündüğüm bu projeyi benimseyecek ve öncü olmak isteyecek belediyelere destek olmaya hazırım.