Yaşanan tüm olumsuzluklara karşın, Türkiye’de halen geleceğe yönelik umutlar taşıyorsak, bunu en çok iki şeye borçluyuz… Milletvekili dokunulmazlığının sağladığı özgürlük ve kısıtlanmış da olsa, basın özgürlüğü... Her ikisinin kesişiminde yer alan ortak payda özgürlüktür…
Bir insan için en güvenli ve rahat yer anne rahmidir. Orada nefes almak, su içmek, yemek yemek bile gerekmez; gereksinimlerin tümü anne tarafından karşılanır. Göbek bağı kesildiğinde bebek, nefes alabilmek için ağlamak, karnını doyurabilmek için süt emmek zorundadır.
Göbek bağının kesilmesi özgürleşmenin sembolüdür ve gerçek anlamda özgürlük, hiçbir şeye göbek bağı ile bağlı olmamaktır. Hedefe ulaşılması güç bu yolda, önünüze her zaman dikenli yollar, aşılması çok güç engeller çıkar. İnsanların büyük bölümü, çeşitli mazeretler bularak, özgürlüklerinin önemli bölümünden vazgeçmeyi seçerler.
İnsanın düşüncelerinin özgür gelişebilmesinde erken yaşlarda aldığı eğitimin rolü büyüktür. 2006 yılında bir avukatın Danıştay'ı basarak Hâkim Mustafa Yücel Özbilgin’i öldürmesi ve bir uçak yüksek mühendisinin ‘apronda deve kesilmesi’ için fikir babalığı yapmış olması sonrasında Milliyet’te bir yazı yazmış, “küçük yaşlarda gördükleri ‘tek yönlü ve ezbere dayalı eğitim’e bağlı olarak gelişen ‘kalıcı beyin hasarı’ nedeniyle, bilimle iç içe olsalar bile bazıları, bilimsel düşünceye ulaşamayabiliyorlar” yorumunu yapmıştım. Yıllar sonra FETÖ’nün darbe girişimi bu hipotezimi kanıtladı.
Özgür olabilmek, bilimsel yöntemlerle düşünmeyi, sorgulamayı, şüpheci ve cesur olmayı, tarihi gerçekleri bilmeyi ve tarafsızca yorumlayarak gerçeklere ulaşmayı gerektirir. Özgür bir basın da ancak özgür düşünen ve düşüncelerini özgürce ifade eden gazeteciler sayesinde olasıdır.
21 yıl önce Milliyet Ege’de yazmaya başladığımda idolüm gerçekleri araştırıp, cesurca yazdığı ve halkı aydınlattığı için haince katledilen Uğur Mumcu idi, halen de o. Genç gazetecilere de onu araştırıp, örnek almalarını öneririm.
Örneğin, Erdoğan’ın “Ümmetin birliğini, dirliğini, beraberliğini savunmak ne zamandan beri suç oldu?” sorusunu ve Bahçeli’nin “Cumhurbaşkanı yardımcısı iki kişi olsun, birisi Kürt birisi Alevi olsun” önerisini özgürce yorumlayabilmek için her ikisinin de nasıl göreve geldiklerini; Hocası Erbakan’ın Erdoğan hakkında neler söylediğini, ‘Başbuğ’ Alparslan Türkeş’in Bahçeli konusunda mektubunda el yazısıyla neler yazdığını araştırmak gerekir, öncelikle. Ardından, Erdoğan’ın Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) Eş Başkanı, Bahçeli’nin onun ‘gizli yardımcısı’ olarak neler yaptıklarını anımsamak..
Sonra daha gerilere gidilebilir. Kurtuluş Savaşı öncesi ve sonrasında yaşananlar, Köy Enstitülerinin kuruluşu ve kapatılışı, ‘Sözde Atatürkçü’ 1980 İhtilali sonrasında din derslerinin okullarda zorunlu hale gelmesi, Atatürk’ün mirasını bağışladığı Türk Tarih Kurumu’nun Atatürk’ün öğrenciler derslerde okusun diye yazdığı ‘Medeni Bilgiler’ kitabında sansürlediği bölümler okunabilir. Örneğin ‘Millet’ tanımının yapıldığı bölümdeki “Bu Arap düşüncesi, ‘Ümmet’ kelimesi ile ifade edildi” ile başlayan bölüm…
Yeri ne yazık doldurulamayan Uğur Mumcu’nun 1993’te suikasta uğradığında yazmakta olduğu, tamamlayamadığı, PKK'nın oluşumu, Kürt ayaklanmaları, Öcalan'ın aldığı dış destek, Barzani-İsrail-Öcalan ilişkisini inceleyen 'Kürt Dosyası' kitabında yazanlar ve yazılamayanlar da araştırılabilir.
Bir ağaç gibi tek ve hür olmak yetmez ‘özgür’ insana ve gazeteciye… İçinde yaşadığı toplumun, yani ormanın, kardeşçe yaşamasını da hedefler. Ağacını kurtarmanın yolunun, ormanı korumaktan geçtiğinin bilincindedir.
Gerçeklere ulaşmak, insanı özgürleştirse de mutlu etmeyebilir; aksine üzebilir. Ama ‘Özgürleşen’ insanlar asla yorulmazlar ve hiçbir zaman umutsuzluğa kapılmazlar.
Atatürk gibi ‘Özgür’ ve ‘Özel’ insanlar yönetici olduklarında, “Bulunur kurtaracak, bahtı kara maderini (annesini)’ diyerek, ‘özgürlük düşüncesini’ topluma bulaştırmış, dalga dalga yayılmasını sağlamıştır.
Ve tarih tekerrürden (tekrarlamadan) ibarettir.