Atatürk’ü öldüren siroz hastalığının alkole bağlanması hep kafamı kurcalamıştır. Okuduğum tüm kaynaklar Atatürk’ün hiç sarhoş olmadığı, gündüzleri ve önemli işlerinin olduğu dönemlerde hiç içmediği, içtiği miktarın siroza yol açabilecek dozun çok altında olduğu yönündeydi, çünkü. Gastroenterolog Dr. Eren Akçiçek’in sonradan kitaplaştırdığı, Deontoloji ve Tıp Tarihi alanındaki çok başarılı doktora tezini okuyana dek, siroza yol açan olası faktörler arasında sıtmanın bulunduğunu bilmiyordum ve konuyu bir parazitolog olarak değerlendirmek istedim.
Atatürk ve sıtma
Mustafa Kemal ilk kez 1896’da Manastır Askeri Lisesi’nde sıtmaya yakalanır. Revirde bilincini kaybetmişken, babasının hediye ettiği altın saatin çalınmasına çok üzülür; raporlu olarak iki ay evde dinlenir. Sonradan, özellikle uzun yolculukların ardından ve savaş alanlarında sıtma tekrarlayacaktır. Eylül 1915’te Anafartalar’da hastalanır, kendisini ziyaret eden Alman Dr. Ernest Jackh, “Sıtmaya tekrar yakalanmıştı. O kadar zayıflamıştı ki ilkin tanıyamadım” diyecektir.
Atandığı Suriye’deki 7. Ordu Komutanlığı’na 28 Ağustos 1918’de ulaştığında sıtma tekrarlamıştır, 11 Eylül’de arkadaşına ‘ıstırabının çoğaldığını’ yazar. Samsun’a çıktığında da sıtma geçirmektedir. 20 Eylül 1919’da Amerikalı General Harbord ile Sivas’ta yaptığı görüşme sırasında da sıtma nöbeti geçiriyordur. Halide Edip Adıvar 1919’un son günlerinde de Atatürk’ün yüksek ateş ve böbrek sancısı ile yattığını yazmıştır. 3 Ağustos 1920’de Konya’ya geldiğinde sıtma tekrarlamıştır; Ankara Cebeci Askeri Hastanesi’nde Dr. Arif İsmet (Çetingil) etkeni Plasmodium vivax olarak tespit eder. O yıllarda toplam nüfusun yarısı sıtmalıdır. 22 Kasım 1936’da ve 10 Temmuz 1938’de başlayan ve nedenleri anlaşılamayan iki ateş nöbeti de sıtmayla ilişkili olabilir.
Siroz ve sıtma
Atatürk’e ilk siroz tanısı Ocak 1938’de Nihat Reşat Belger tarafından kondu. 28 Mart 1938’de Dr. Fissinger ‘alkole bağlı sert ve kanlı karaciğer iltihabı’ tanısı koymuş olsa da Hasan Rıza Soyak’a, “Bu hastalığın sırf içkiden geldiği yolundaki düşünce doğru değildir. Hastalığın daha başka ve önemli etkenleri olduğunu kabul etmek lazımdır” demiştir.
Ağustos başında Viyana’dan gelen Prof. Dr. Eppinger ve Almanya’dan gelen Prof. Dr. Bergmann’ın hazırladıkları raporun 3. maddesinde “Önceden Atatürk’ün çektiği sıtmanın bir etkisi olmadığını kesin olarak söylemek mümkün değildir” yazar ve tedaviye kinin eklenir.
Dr. Neşet Ömer İrdelp ise Atatürk’ün vefatı sonrası Asım Us’a “Atatürk’ün hastalığı rakıdan mıydı? Bunu kesin olarak kestirmek mümkün değildir. Vaktiyle sıtma da geçirmiş, dalağı büyümüştü” demiştir.
Sıtmaya yol açan kan parazitlerinden Plasmodium falciparum tropikal bölgelerde daha sık görülür ve çok öldürücüdür. Anadolu ve Trakya gibi ılıman bölgelerde daha sık görülen P. vivax sıtması daha hafif seyreder, ama hipnozoit denen şekilleri karaciğerde uykuya yatıp, direnç düştüğünde enfeksiyonun tekrarlamasına yol açabilir. Atatürk’ün kullandığı kinin hipnozoitlere etkili değildir. P. malariae ise böbreklerde iltihap ve hasara da yol açabilir. Enfeksiyonlar tekrarladıkça klasik nöbetlerin şiddeti azalır ve kaybolabilir.
Tarihi olayları o günün koşullarında incelemek amacıyla, tropikal hastalıklar biliminin kurucularından Sir Patrick Manson’ın 1898’de yazdıklarına bakalım: “Sıtma uzun süre tekrarladığında, kronik hepatit, bağ dokusunda artış ile karaciğerde büyüme veya küçülme ile seyredebilen siroza yol açabilir.”
Lucius Nicholls ise 1913’te “çok sayıda yetkilinin, tekrarlayan sıtma atakları olan bazı olgularında siroz geliştiğini tespit ettiklerini” bildirmiş. Bugün de özellikle Hindistan’da benzer olgular rapor edilmektedir. Sarışınlarda esmerlere oranla safra ile karaciğer hastalıklarının ve alerjik tepkimelerin daha sık görüldüğünü de belirtelim.
Sonuç
Otopsi yapılmadığı için kesin bir şey söylemek olanaksız. Ancak bu bilgi ve veriler ışığında, Atatürk’ün sirozunun, geçirdiği sıtma ataklarına (muhtemelen P. vivax) bağlı olma olasılığının, alkol ve viral hepatite oranla çok daha yüksek olduğunu söyleyebilirim. Hiç şüphelenilmemiş, ama sıtma ile senkronize gelişen böbrek rahatsızlıklarının, olası bir P. malariae enfeksiyonuna bağlı olup olamayacağı sorusunun yanıtını ürolog meslektaşlarıma bırakıyorum.