Türkiye Barolar Birliği (TBB), Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) Tayfun Kahraman hakkındaki ihlal kararına uymayan İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi heyetini, “Anayasanın açıkça yok sayılmasıdır” diyerek Hâkimler ve Savcılar Kurulu’na (HSK) şikâyet etmiş. TBB Başkanı Erinç Sağkan’ın “[…] vereceği karar, HSK’nin anayasanın ve yargı sisteminin itibarını korumak konusundaki tavrını ortaya koyacaktır" sözleri ise ümitsiz olduğunu gösteriyor! AYM’nin, Türkiye İşçi Partisi’nin seçilmiş Hatay Milletvekili Can Atalay hakkındaki ihlal kararına uymaması üzerine de TBB, İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi heyetini HSK’ye şikâyet etmiş, fakat herhangi bir işlem yapılmamıştı.
AYM’nin ihlal kararlarının da gösterdiği üzere, özellikle siyasi konularda Türkiye'de bir hukuk devleti, diğer adıyla hukukun üstünlüğü sorunu var. Bazı hâkimler uymaları zorunlu olan AYM kararlarına uymamakta, ancak HSK haklarında yapılması gereken soruşturmaya izin vermemekte. HSK’nin kararlarına karşı başvuru yolu olmaması coğrafi -tayin edilememe- teminatları olmayan hâkimlerin siyasi iktidarın hoşuna gitmeyen AYM kararlarına uymalarını zorlaştırmakta.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın bazı konuşmalarında vurguladığı “Hiçbir kişi ya da kurumun layüsel (hesap sorulamaz varlık) olmadığı” sözleri anayasadaki hukukun devleti, diğer adıyla hukukun üstünlüğüne karşı gelir. Fakat Erdoğan’ın sözlerinin aksi doğrudur. Zira Türkiye’de yargıda ve kamuda üst düzey tüm yöneticilere fiiliyatta layüsellik hâkimdir. En başta, istisnasız, herkese hesap sorarak ülkemizde layüselliği önlemesi gereken hâkimler -HSK’nin soruşturma izni vermemesi sebebiyle- fiiliyatta layüsel, yani “hesap sorulamaz” durumdadırlar. Üstelik fiiliyattaki layüsellik, devletimizin üst düzey yöneticilerine hakimdir. Anayasanın 105’inci ve 106’ncı maddelerinde, suçlarının soruşturulması için getirilen soruşturma teklif etmek için %50+1 (301 milletvekili), Yüce Divan’a sevk için 3/5 (400 milletvekili) yetersayılarının gerçekleşmesi mümkün değil. Dolayısıyla bu yetersayılar nedeniyle cumhurbaşkanı ve bakanlara ya da onların soruşturma izni vermesine tâbî diğer üst düzey kamu görevlilerine hesap sorulması fiiliyatta mümkün değil.
Sonuçta hukuk devleti-hukukun üstünlüğünde kamu kesiminden kaynaklanan adeta devasa bir karadelik mevcuttur. Bu sorun iki katmanlıdır: Hukukun üstünlüğünü sağlamakla görevli hakimler bile AYM kararlarına uymayarak hukukun üstünlüğüne karşı geliyor fakat haklarında anayasa ve yasaların gerektirdiği soruşturmalar açılmıyor. Yargıya kilit kamu görevlilerinin suçlarını özgürce soruşturma izni verilmemesi kamu kesiminde de hukukun üstünlüğünü ve hesapverirliği aksatıyor. Bu durum hem yargının hem de bürokrasinin iktidarların su yolundan gitmesine, devletin sağlam teminatı olmalarını engelliyor. Ülkemiz, insanlarımız, birlik ve beraberliğimiz, uzlaşma kültürü ve dayanışmanın güçlenmesi ve refahımızın toptan artarak gerçek potansiyeline erişmesi için hayati önemde olan hukukun üstünlüğü ciddi bir gerileme ve tehlike altında.
Ancak hukukun üstünlüğünü savunabilecek en güçlü meslek ve kurum, avukatlar, barolar olmasına karşın TBB’nin, HSK’ye şikayetini bile ciddiye almayı gerektiren gücü yok. Avukatlar ve barolar yürütmeye el açar durumdalar. Oysa, hâkimler ve savcılardan farklı olarak avukatlar, hukukun üstünlüğünü savunabilecek bağımsız kuruma sahip olan en güçlü yargısal meslek grubu olup meslek kuruluşları barolara Avukatlık Kanunu m. 76, “hukukun üstünlüğünü, insan haklarını savunma ve koruma” görevi vermektedir. Ülke ihtiyacına uygun nitelik ve nicelikte avukat yetiştirmek yerine Barolar ve TBB, avukatlık mesleğine kabul edilecek olan hukuk fakültesi mezunlarının sayısını azaltmakta başarılı oldular. Fakir kesimin adalete erişimini kısıtlama pahasına avukatların asgari ücretlerini artırma, baro seçimlerinde oy deposu olan geliri az genç avukatlara Ceza Muhakemesi Kanunu (CMK) gereği zorunlu avukatlık ücretleri sağlama pazarlığı yaparken, yürütmenin dümen suyuna girdiler, rehavete kapılarak salon hukukçularına dönüştüler.
Avukatların, varlık sebepleri ve meşruiyetlerinin temeli “hukukun üstünlüğünü savunmak” görevleridir. Bu görevi başarmak için, kendi iç yapısal sorunlarını tespit edip köklü çözümler üretmeleri, mesleki ve kurumsal olarak güçlenmeleri şarttır. İşlevlerini en iyi yerine getirecek, mesleki güçlerini ortaya çıkaracak şekilde, bölge mahkemelerine paralel olarak yapılanmaları, mesleki geliştirme ve dayanışma çalışmalarını avukatların ayağına götürürken mesleğe kabul, disiplin ve çıkarma işlerini merkezileştirmeleri zorunludur. Her ilde baro kurulması, ülkede irili ufaklı onlarca baro olması mantıklı değildir. Çağdışı delegelik sistemini kaldırmaları,
Avukatlar, barolar ve TBB, ancak kurumsal ve meslekî olarak güçlenirlerse, hukukun üstünlüğünü etkili ve güçlü olarak savunabilirler. TBB’nin şikayetleri ancak o zaman ses getirir ve gereği yapılmak zorunda kalınır! Eğer avukatlar ve barolar da aslî görevlerini yapamaz, hukukun üstünlüğünü etkin olarak savunamaz ise iki bin yılı aşan devlet geleneğimizde kökleştirdiğimiz hukukun üstünlüğü ilkesinin üzerinin çizilmesini hep birlikte hicap duyarak izleriz.