Bugün birkaç konu yazayım dedim. “Uzun” yazdığımdan şikâyet var, olabilir. 140 karakterli sosyal medya alışkanlıklarında, kitap okumayı da bırakmış insanların gazete makalelerine “uzun” demeleri de ilginç doğrusu. Ama itiraz etmiyorum. Yazacak o kadar konu var ki, ben de “parçalı” yazayım, olmaz mı?
Ne gün ama?
4 Eylül 1919 örneğin, “Sivas Kongresi” ...
“Milli sınırları içinde vatan bölünmez bir bütündür, parçalanamaz. Kuva-yı Milliye’yi tek kuvvet tanımak ve milli iradeyi hâkim kılmak temel esastır. Manda ve himaye kabul edilemez.”
1919’un “ruhunu” anlamak kolay değil. Aradan tam 101 yıl geçmiş.
Düşünsenize, bu 101 yılda neler neler yaşandı Anadolu’da, İzmir’de? İnanılmaz olayların, sıkıntıların, kahramanlıkların, değişimlerin, dönüşümlerin, kurtuluş ve kuruluşların 101 yılı. Tabii ülkemize bela “dış patronlu” askeri darbeler, ekonomik darboğazlar, IMF kıskaçları, haneden özentileri, ihanetler, yobazlıklar ve ne yazık ki 101 yılda yenilemeyen ve “kontrollü” cehalet! Bilginin önemsizleştirilmesi de cabası.
4 Eylül 1919, millet iradesinin cihana haykırılmasıydı. 5 gün sonra kutlayacağımız “9 Eylül” bu iradenin mücadele sonucuydu. Yani “Sivas Kongresi” sadece bir “toplantı” değil, işgal edilmiş, taciz edilmiş, sömürülmüş bir milletin “kurtuluş kitabının” ilk ve kesin belgesidir.
Sivas Kongresi anlaşılmadan 'Büyük Millet Meclisi’, Büyük Millet Meclisi’nin “tarihsel anlamı” anlaşılmadan da 9 Eylül 1922 ne hissedilir ne de anlaşılır!
Sivas’ta kongre sırasında tüm heyecanıyla ortaya atılan ve Mustafa Kemal Paşa’ya: “Paşam, tıbbiyeliler beni buraya istiklal davamızı başarmak yolundaki mesaiye katılmak için gönderdiler. Mandayı kabul edemem, eğer mandayı kabul edecekler olursa, bunlar her kim olursa olsun, şiddetle reddederiz. Farzı muhal mandayı siz kabul edersiniz sizi de reddeder, Mustafa Kemal'i vatan kurtarıcısı değil vatan batırıcısı olarak adlandırırız” diyen Tıbbiyeli Hikmet, bugün gençliğin bilgisine sunuluyor mu?
Sivas Kongresi, Samsun’dan, Amasya’dan, Erzurum’dan sonra İstiklal mücadelesinin de hem yol haritasını hem de irade gücünü koymuştur ortaya. Aradan geçen 101 yıl ve bir yığın “önemsizleştirme” hamlesinin de ne yazık ki başarıya ulaştığına tanıklık etmekten de utandığımı bilin.
“Arsıulusal fuarımız” var bizim...
“Yarın harap bir memleketi imar etmek için önümüzde diz çökeceksiniz. Bizden yardım istediğiniz zaman, bugün reddettiklerinizi birer birer çıkarıp önünüze koyacağım.”
Aslında neden bu sözlerdir. Lozan görüşmelerinde Lord Curzon demiştir İsmet Paşa’ya. İşte bu sözlerden dolayı, daha Cumhuriyet bile ilan edilmeden tavrını belirlemişti genç Türkiye’nin kurucu liderleri. Öylesine dirayetle çalıştı ki Mustafa Kemal ve arkadaşları, Cumhuriyet kurulduktan sonra bile hep dikkatli oldu. İzmir İktisat Kongresi toplandığında haykırmıştı Mustafa Kemal “olmaz” demişti, “askeri zaferler ekonomik zaferlerle taçlandırılmazsa olmaz!” Peki nasıl olacaktı ki? Elde yok avuçta yok. Sadece bir zafer ve inanç var. Alışmış emperyalizm de Lozan’dan sonra “yeni oyun” kuracak. O halde tek yol vardı, o da “biz bize yeteriz”.
Ne muhteşem bir hamledir bizim fuarımız aslında. Hem “Kültürpark” hem de “Fuar”. Dünyada kaç ülke böylesine bir ruhu yaşatabildi yıllarca, merak ediyorum.
Bugün fuarımız da açılacak. Salgın yüzünden azıcık ama açılacak. Tesadüfe bakın ki tarih 4 Eylül.
Peki biliyor musunuz? Bildiğimiz fuarımızdan önce, 1927 ve 1928 yıllarında iki kez “9 Eylül Sergisi” yapıldı. İlki Mithat Paşa Endüstri Lisesi’nde, ikincisi de İzmir Ticaret Odası salonunda yapılmıştı. İkisi de heyecanını İzmir İktisat Kongresi’nden almıştı.
Sonra 1936 ve bugünler.
Ama mesele “ruh” galiba. Zaman içinde kaybedilen “ruh”. “Arsıulusal” sözcüğünü “panayır” sözcüğüyle karıştıranların, işe yaramaz tepkileri. “Kültürpark” ve Fuarımızın bulunduğu arazi öylesine “özel ki” aslında. Emperyalizmin “yaktığı” kadim şehir İzmir’in merkezi. Ama yine merkez. Asırlarca sömürülen halkın, artık iradesini ortaya koyarak “sömürülmeye” kazandığı zaferin sembolüdür Fuar... Kurucularının “Halk Üniversitesi” niyeti gerçekleşmemiş olsa da bırakın biz İzmirlileri, yaşı 50 ve üzeri olan herkesin küçük de olsa anısı vardır mutlaka.
Öylesine bir aşama kaydetmiş ki geçmişte fuarımız, şimdi ettiğimiz tüm şikayetlerin nedeni, geçmişe duyduğumuz özlemdir. Ama özlemlerimizi ne yazık ki sadece “fuar zamanı” hatırlıyoruz. Fuarımızın bir “milli mücadele sembolü” olduğunu unutturmaya çalışanlar türedi mesela. Hele son zamanlarda öylesine gafilce konuşuyorlar ki, Kültürpark içindeki üzeri yazılı kitabeleri “modası geçmiş, kaldırılmalı” diyenler mi ararsınız, “bu alan sonuçta İzmir’in ortasında bir yeşillik” diyen ruhsuzlar mı ararsınız, İzmir’in “Milli Mücadele sembolü” alanını, başka memleketlerin “bilmem ne parkıyla” kıyaslayan mı?
Oysa 2000’ne kadar bizim fuarımız “özel” ötesi, nereyse “kutsal” bir alandı.
Beklerdik... 26 Ağustos-26 Eylül arası ne muhteşem bir tarih seçimiydi. Sevgili “İzmir Baba” Sancar Maruflu’ya bir sorun bin ah işitin. Onun kadar içi yanan kaç İzmirli var merak ediyorum. Sorsalar bana “milenyumu” cevabım hazır: “Milenyum, İzmirlilik kimliğine vurulan darbedir” derim. Yıllar içinde Fuar’da oluşturulmuş pek çok değerin, gereksiz bahanelerle yok edildiği süreçtir 2000 sonrası. Ama o yıllarda “susanların” şimdilerde kelam eylemesi de manidar geliyor bana.
Başkan Tunç Soyer “Bu fuarı yapmak boynumuzun borcu” dedi.
Evet “borçtur” bu. Ama “salgın” karşısında endişeler olsa da katılımcıların dikkatli olması, hassas olması lazım. Bunun için de insani tedbirler almış Başkan: “Fuarımızın başlayacağı 4 Eylül gününden itibaren misafirlerimizin giriş kapılarında sosyal mesafeye uygun ve kontrollü şekilde ateşleri ölçülerek içeri girmeleri sağlanacak. İEF için özel tasarlanmış maske ve dezenfektanlar dağıtılacak. Kültürpark’ta, sosyal mesafe ve temizliğe dikkat edilmesi için gerekli uyarı ve denetimler sağlanacak. Kimsenin şüphesi olmasın ki biz halkımızın sağlığını her şeyden daha ön planda tutuyoruz. İzmirli hemşerilerimin de aldığımız tüm önlemlere uyacağına ve ciddi hassasiyet göstereceğine inancım tam.”
Bugün 4 Eylül...
Emin olun, açılışı yapılacak olan Kültürparkımız ve Arsıulusal Fuarımızı semadan izleyenler olacak. Dev bir zafer sonrası “ekonomik bağımsızlık” için de direnen o yüce ruhlar izleyecek. Ve tabii, yıllar içinde ülkemizi “Küçük Amerika” ya da “her mahallede milyoner” diye yeniden elâleme muhtaç edenler de!
Fuar ile ilgili bir yazı daha düşünüyorum.
“Bilinmeyen” nedir efendiler?
Geldi geliyor 9 Eylül. Sizi bilmem ama ben özlüyorum eski 9 Eylül’leri. TV ekranında nasıl dorukta olurdu heyecanım. O Anafartalar Yürüyüşü ne muazzam olurdu. Salgın nedeniyle olur mu olmaz mı bilemem. Ama eğer olursa, yürüyüşte İzmir’in yeni ve dinamik Valisi Yavuz Selim Köşger’i de görmek isteriz. O Anafartalar ki, 1922’de nasıl gözyaşlarına mekan olmuştu. Hatuniye Camii minaresinden okunan selalar hem özgürlüğü hem kurtuluşu hem de kuruluşu müjdeliyordu. 9 Eylül’e vesile olanları minnetle anıyorum. Haklarında “bilmediğimiz mi” var? Şimdi bazıları çıkmış “9 Eylül’ün Bilinmeyen Kahramanları” martavalını okuyor sağda solda, popüler reklam yalanıyla. Bu tezviratlara “gerçek” akademisyenler ne der bilemem ama? Bilmediğimiz kahramanlar kim merak ediyorum. Hasan Tahsin mi? Rahmetullah Efendi mi, Fadıl Dokuzeylül mü? Mümin Aksoy mu? Kim? 9 Eylül ile ilgili “bilinmeyenler” var tabii. Ama “saklandığı” için bilinmeyenler. Şimdi soruyorum o “gizem” yaratanlara: Siz Kör Pehlivan’ı duydunuz mu? Siz Sakallı Nurettin’i anlatmayı düşünüyor musunuz? Siz işgal yıllarında “işbirlikçi” kurtuluşa “bir gün” kala da “Kemalci” olanları araştırdınız mı? Ya “yangın” sonrası? İzmirli olmayan birçok “ailenin” İzmir’e getirtilip “yerli İzmirli” aile ilan edilmesi nedir?