Belki de tarihin en kötü sürecinden geçiyoruz.

15 Temmuz gibi bir ihanet yaşadık millet olarak ama yine “ders” almadık, “bir” olamadık. İhanetin içinde olan, yıllarca ihanet başını destekleyenlerden nokta kadar hesap sorulmadı. Ekrandayken bana “Ergenekon piçi” diyenlerin nasıl “yükseltildiğini de” ibret ve dehşetle izledim. Hâlâ da izliyorum. Böyle bir ihanet sonrası iktidarın da ayarları iyice bozuldu.

Salgın yaşadık, yaşıyoruz ama yine “akıllanmadık.” Sağlıkçılarımızı “sözde” tuttuk el üstünde. Şu an kamu hastanelerinin acınası durumunun altında, yandaş özel hastanelerde vatandaşın iliğini, kemiğini kurutma amacı olduğunu çok iyi görüyorum. Koronaydı, varyantıydı derken, koca Sağlık Bakanı’ndan anlamsızca “Kendinizi koruyun.” cümlesini bile duyduk.

Memleket ekonomisini 20 yıldır elinde tutanlar, ekonominin içine “dış güçlerin ettiğini” gözümüzün içine baka baka savundular. Vatandaşın “hayatla imtihanını” yalanlayıp, artıklarla geçinme yolu arayan yurttaşları adeta yok saydılar. Komedyen ötesi Nebati bakanın “Vatandaşın dolarla ne işi var?” diye sorması, eminim ki tarihe “vatandaşı tanımayan uzaylı bakan” olarak geçeceğinin kanıtıdır.

İzmir’de deprem oldu. İktidar her konuda olduğu gibi yine “ayrıştırma” yolunu seçti. İzmir’e olan bakışının aslında asla değişmeyeceğini kanıtladı. Deprem konutları nasıl yapıldı, kuralar nasıl çekildi, uyduruk “teslim” töreniyle depremzedeyle dalga ne cüretle geçildi anlamadık. Konutların hâlâ teslim edilmeme gerçeği de ayrı bir trajedi!

Ve olan biten her resmi israfın, yandaşın cüzdanını koruma faturasının çıkarıldığı Türk Milleti! Bir zamanlar “kendi kendine yeten 7 ülkeden biri” olan Türkiye, her şeyi üstelik dövizle ithal etme noktasına getirildi.

Ama bunlarda sadece iktidar değil “vatandaşı” sadece “kamera” önünde dinleyen muhalefetin alayının da kabahati çok. Sanmayın ki, siyaset alanında kusur sadece AK Parti namıyla maruf teşkilatta. Önümüzde öyle ya da böyle seçimler var. Tehlikeli sinyaller de geliyor iktidar taraflarından. Türkiye’de ciddi bir “demografik değişim” kurgusu yapıldığı da aşikâr. Ülkem sokaklarında, ellerinde kılıçlar, sopalarla “Arapça” haykıran tipler, o cüreti kimlerden alıyor acaba? Hele İzmir… İzmir, İzmir’e yabancılaştı. Çeperlerdeki “tehlikeli değişimin” kimsenin farkına varmadığını görmekten kahroluyorum. Eğitimden ticarete, medyadan sağlığa öyle tuhaf bir “değiştirme” çabaları var ki. Hani sanırsın “çaktırmadan” işgal yaşıyoruz.

Fakat şimdi yazacağım başka, çok başka bir sorun. Açıkça “malumun ilanı!”

ÖTV adıyla bir vergi var. Anlamam etmem, ekonomist de değilim, vergi uzmanı da.

Lakin içimden avaz avaz bağırasım var: “Sana ne Eyyyy AK Parti benim içkimden, sigaramdan? Sen milletin sağlığına bu kadar düşkünsen, gencecik çocukları yobazların mekânlarından uzaklaştır!”

İçki ve sigaraya yapılan insanlık dışı, astronomik fiyat artışlarının altında çok ciddi bir “hayat şekline müdahale” olduğuna eminim artık! Eminim, çünkü mesele “ekonomiyi kurtarma” olsaydı, zenginlerin lüks yaşamlarına, atlarına, yatlarına, bakılırdı. Yıllardır vergileri affedilen yandaşlara “eyyyyy” çekilirdi. O milletin anasına küfreden adama “ahlak” öğretilirdi. Ama iktidar “aklınca” milleti “dini terbiyeye” sokmaya uğraşıyor.

Boş versenize siz, 17. asırda içki içeni “salkım saçak asan” IV. Murat bile başaramamış bunu.

Ama anlamadığım içki firmaları hep ecnebi, duyduğuma göre de çatır çatır işçi çıkarıyor. Ama bu dünya markaları “çıt” çıkarmıyor. Ne iş? Peki, iktidar “fiyat artışıyla” mı sağlayacak “örtülü müdahalesini?” “Sahte içkiden” hayatını kaybedenlerin vebali kime? Yeraltına kayan sahte üretim ne olacak? Ya “sarma cigara” tütünlerinin satışlarının hızla artması?

20 yıldır Anadolu’da, hatta burnumuzun dibinde Manisa’da, Denizli’de “meyhaneye” savaş açan iktidarın mensuplarının nasıl “tüketici” olduğunu bilmiyoruz sanki. Sanki AK Parti mensupları alkol tüketmiyor. İki el arası saklamaya çalıştıklarının “aslan sütü” olduğunu âlem biliyor ama liderleri bilmiyor galiba.

Milleti artıklardan yemek yapmaya itenler şimdi de hayat tarzlarına açıkça müdahale ediyor. Ama kendi “keyfilerinden” tasarruf ettiklerini duymadık, bilmiyoruz.

Cumhuriyetimiz yüz yaşına giderken ortada inanılmaz yalan, boş vermişlik ve riyakârlık hâkim. Yazık ama düşünmeden de edemiyorum: Müstahak olanı mı yaşıyoruz acaba?

***

'ATATÜRK' KÜLTÜR MERKEZİ’NE DOKUNMA!

Ege Üniversitesi’ne ait “Atatürk” Kültür Merkezi’nin “deprem” bahanesiyle “Emniyet Müdürlüğü” yapılmasına doğal ve olması gereken tepkiler artıyor. Artıyor ama yeterli değil. Tepkilerin takibini de tepki gösterenlerin yapması zorunlu. Çünkü iktidar ve şürekâsı iyice “Ben yaparım, olur.” kibrine büründü.

Geçtiğimiz günlerde muhterem Emniyet Müdürü, “10 Ocak” konseptli bir ziyaret eylemiş cemiyete. Ne güzel… İyi de kelam edilmemiş mi bu “İzmir’e ihanet” konusunda? Kusura bakmasın “karar vericiler” ama adı Atatürk olan kültür merkezini emniyet müdürlüğü yapmak başlı başına cehalete prim vermek, İzmir gibi müstesna hassasiyetleri olan kente ihanet etmektir. Merkezin mimarının dahi isyan ettiği bu girişimi hâlâ nasıl savunuyorlar, aklım almıyor vesselam.

Israrla soruyorum. Ben sordukça “dolaylı” bilgiler, cevaplar geliyor. Bir daha soruyorum, Bozyaka’daki arazi ne oldu? Şimdi bir söylenti yazacağım. Bozyaka ve Karabağlar’ın ünlü müteahhit ve vekili Necip Nasır beyefendiden de cevap bekliyorum. Yıllar önce Emniyet Müdürlüğü için temel atılan arazinin “hikâyesi” nedir? O arazi kimindi, ne oldu? “Ünlü” bir “özel hastane mi” aldı? Nasıl aldı? Bozyaka’daki “devlet hastanesi” ne olacak? Şu anda o arazideki “faaliyetlerin” sebeb-i hikmeti nedir? Tekrar ediyorum “sessizlik” her çeşit yalanın da savrulmasına neden olur. Bu söylentiler inanılmaz artıyor.

İzmir Emniyet Müdürlüğü’ne doğru düzgün yer tabii ki gerekli. Hatta İzmir’in ilçelerinde bulunan “ilçe müdürlükleri de” masaya yatırılmalı. Lakin bunun çözümü adı “Atatürk” olan ödüllü bir “kültür” merkezini değiştirmek olmamalı. Sebep olacaklar emin olsunlar, gök kubbede hoş sada bırakamayacaklar. Emniyeti “ortada” bırakan “gerçek sebepler” nedir? AK Parti, CHP, İYİ Parti’li İzmir siyasetçilerinin, vekillerinin bu konuyu sürekli didikleyerek gündemde tutmaları şart. İzmir basınının birinci sayfasına her gün “Atatürk Kültür Merkezi’ne dokunma!” kutusu açması şart. İzmir kimsenin “babasının çiftliği”, hele de arsız müteahhitlerin İstanbul’da yaptıkları talanı, kolayca yapacakları bir yer değil. İktidar yıllardır başarısız İzmir’de. Bunun nedeni iktidar ve şürekâsının “İzmir’i” tanımaması, hissetmemesi ve her olaya “gelir geçer” yaklaşmasıdır.

***

100. YIL’A DAİR ÖNEMLİ 'İKİ DAVET'

Her yazıda “100. Yıl” vurgusu yapmaya devam edeceğim. Bazen kısa, bazen uzun olacak. Hemen yazmalıyım ki, yanlış yolda yürümeye devam ediliyor. “Sessizlik” akla ziyan ne yazık ki. Bu yüzyıl sadece “eylül” ayından oluşmuyor. Toplamda 12 ay var ve 1922’nin 12 ayında da olan, yaşanan olaylar tarihte duruyor. Fakat “bazı konuların” konuşulmasından, sorgulanmasından “hoşlanmayan” cahillerin ya da “diplomalı” cahillerin çabalarının da olduğunu söylemek zorundayım. Başta İzmir Valiliği olmak üzere tüm kurum ve kuruluşları “100. yılı istismar” etmek isteyecek “tüccar” ruhlulara karşı “dikkatli” olmaya davet ediyorum.

Geçen yazımdaki “yüzleşme ve helalleşme” konusuna da devam edeceğim. 9 Eylül’e giden son 5 gün, İzmir yangını, mübadele, İzmir Fuar alanının hafriyatı ve fuarın inşası, varlık vergisi, Kordon başta olmak üzere İzmir’in “özelliklerini” yok eden “imar katliamları”, 6-7 Eylül olayları gibi konulara mercek tutmamız gerekiyor. Bu konuda da tüm akademisyen ve araştırmacıları “objektif” çalışmalar yapmaya davet ediyorum.