“Niyetlere” bakmak gerek, niyetler iyiyse akıbet de iyi olur. Lakin 31 Aralık 2021 itibariyle kahrolarak yazıyorum, “niyetler” hiç de iyi değil. Cehennemi bir kibir, cehalet yüklü egolarla yaşıyoruz, tok açı anlamıyor, idareciler büyük bir gafletle, idare ettiklerini hissetmiyor. İnançlar, insani değerler ucuz işporta malı gibi, pazar tezgâhlarında “alınıp satılıyor” adeta. Hayatın “manası” madenin şeytaniliğine tutsak olmuş tükeniyor vesselam.
“Niyet” dediğim sadece “şeytani menfaat”. Yılbaşı, bayram, özel günler sadece “tüketimin” körüklendiği, paylaşma ve dayanışma ile birlikteliğin muhteşemliğini öldürüyor. Oysa böyle günlerde “yaratılmışların en özelinin” hayat için iyi dileklerde bulunması, açlığın, sefaletin, yalnızlığın, kibrin yok olması için dua etmesi, mücadele vermesi gerekmez mi?
Bu gece 31 Aralık… Bir yandan salgın bir yandan ekonomik ama ciddiye alınmayan toplumsal kaygılar beni çok düşündürüyor. Kaybettiklerimin anıları, hayallerim, hayal kırıklıklarım, sırlarım, sevdiklerim, düşmanlarımla yaşıyorum. Ama çocukluğumun yılbaşlarını çok özlüyorum. Rahmetli babamın Eşrefpaşa pazarından aldığı naylon “Noel Babayı”, “Nail Baba” diye sevdiğim günleri unutamıyorum. Annemin “akşam sofrası” için öğleden başlayan koşuşturmasını, rahmetli anneannemi, ailemin “en özel bireyi” rahmetli Saki’yi ve tombala saatlerini özlüyorum. Ben “tek kanallı” TRT günlerini, gece yarısı çıkacak dansözü, Zeki Müren’i, komedyenleri, eski, yeni yıl mesajlarını, kartpostalları çok özlüyorum.
Fakirdik ama mutluyduk… Komşularımızla paylaşımlarımız, dertlerde birlikteliklerimiz hep geride kaldı. Sabahları yayın yaparken, her 31 Aralık’ta mutlaka “özeleştiri” öneriyordum. Israr ediyorum yine. Mevki, makam, şan şöhret önemli değil. Bir avuç toprağın bizi mutlak beklediğini unutmadan, “şeytanilikten” kaçınıp, “şükraniliği” yaşamamız lazım. Ama arada ne menfaat ne ayrımcılık ne ötekileştirme olmamalı.
Eğer bu gece, ülkemin herhangi bir yerinde bir çocuk “aç” uyuyacaksa, güçsüz bir kadın eziyet görecekse, bir yaşlı soğukta terk edilecekse hepimizden çok şu “idareci takımının” günah hanesine yazılacak kesinlikle.
“Noel Baba” bizim… “Nail Baba da” bizim… Müslüman, Hristiyan, Musevi fark etmez. Nereli ve ne renk olduğumuzun da önemi yok. Önemli olan “insanın insana muhtaçlığıdır”. Ve bu ihtiyaçlar büyürken, duymazdan, görmezden gelenler için berbat bir “son” kesindir mutlaka.
2022 için yüreğimden “huzur” diliyorum. Çocuklar aç yatmasın, herkes her sabah tanımadıklarına dahi “günaydın” desin. “Olan” mutlaka “olmayanla” paylaşsın. Cehalet ve kibir uzak olsun. Ve bu yıla özel dileğim, “içinde adam olmayan elbiselerin” farkına varalım artık. İçiyle dışı bir, özüyle sözü birlerle dost olalım.
Benim “hepinize” ihtiyacım var, peki sizin bana ihtiyacınız var mı?
***
APİKAM İZMİR'DİR (2)
İzmir “kurtuluşunun” 100. yılına girmekteyken gözler tabii ki Apikam’a çevrildi. Bir süredir zaten düşündüğüm bir konuydu bu. Tarihi neredeyse 20 yıla yürüyen bu “özel” kurum İzmir’de yaşayanlar kadar, İzmir dışında da dikkat çekti yıllar içinde. Aslında başlangıçta bir cazibe merkezi gibiydi. Bahçesindeki restoran ve birbiri peşi sıra birçok önemli etkinlik 2004-2012 arası Apikam’ı İzmir’in “hafıza ve kültür mabedi” haline getirdi. Akademisyenlerden araştırmacılara, konusu “İzmir” olan herkes yolunu, rotasını Apikam’a çevirdi. Cumhurbaşkanı, Fener Rum Patriği, Alman, Yunan, İngiliz, İtalyan konsolosları, valiler, milletvekilleri mutlaka uğrarlardı. Sonra bir gün bahçedeki restoran kapandı. Bu kapanışın gerçek hikâyesini size daha sonra yazacağım. Çünkü bu olay bile İzmir’de ne çok riyakâr, sevgisiz, kibirli çıkarcıların olduğuna kanıttır.
İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin son 150 yıldaki bence en önemli ve gerekli çalışmasıydı Apikam. An itibariyle yine İzmir hafızasını diri tutmaya çalışıyor. İdari, Yayın, Sergileme, Arşiv birimleriyle çalışmalarına devam ediyor. Kent Tarihi ve Tanıtımı Dairesi Başkanlığı bünyesinde bir şube müdürlüğü olarak faaliyet gösteriyor.
Size birkaç yazı daha yazacağım. Çünkü “milli unutkanlık” alışkanlığımızı istismar edenler çoğalıyor gün geçtikçe. Bilgisizlikten ya da “başka amaçlardan” dolayı, tamamen yalan ve iftiraya dayalı itibarsızlaştırma hamlelerini kabul edemem. Hele “dağdan gelip bağdakini kovmaya” çalışan çıkarcı sözde aydın çevrelerin, bir kere bile ziyaret etmeden sağda solda “ne iş yapılıyor ki orada, bugüne kadar kaç sergi açtılar ki” diye zırvalamalarını tabii ki kendilerine şamar olarak iade edeceğim. Bazıları, “istedikleri olmadı” diye, bazıları da kendilerini vazgeçilmez saydığı için sağda solda zırvalayabilir. Ama İzmir’i “İstanbul’un kötü kopyası” haline getirmek için Apikam’ı basamak yapmak isteyenlere bir çift sözüm var:
Havanızı alırsınız, çünkü beni tehdit ettiğiniz gibi “attırsanız da” adım Hasan Tahsin ve gök kubbeyi “dün” nasıl indirdiysem başınıza, “hiçbir şeyken” de indiririm! Siz önce Hisar Camisi ile Salepçioğlu’nu ayırın ya da “insanca” gelin kahvemi için.
Gelecek yazıda sizi geçmişe götürüp neler yapıldığını yazacağım. Bir yazıyı da 2022’ye ayırdım. Neler olacak neler, bekleyin.
***
MERAK EDİYORUM EFENDİLER!
Araştırıyorum, detaylarını öğrendikçe yazacağım ama Bayraklı’daki “kentsel dönüşüm” tartışılmadan, sorgulanmadan “paldır küldür” devam ediyor. Defalarca İzmir Valiliği’ni, Bayraklı Kaymakamlığı’nı, Bayraklı Belediyesi’ni uyardım ama taştan ses geldi onlardan gelmedi.
Hafriyat firmalarının kural tanımaz, saygısız ve edepsiz çalışmaları, ilçe güvenliğinin ciddi riskli zamanları ne yazık ki siyasetin de idarenin de dikkatini çekmiyor. Proje konutlarının bizzat Cumhurbaşkanı tarafından teslim töreni ne yazık ki bir komediden ibaret. 275 sokak konutlarında yapılan törenden sonra, firmanın ciddi eksiklikleri çıktı ortaya. Gelin görün, o güzelim asfalt yine delindi. Cumhurbaşkanı için yapılan yollar, yine bozuldu. Yılmaz Erbek Apartmanı için kura zamanı geldi ama Şehircilik Müdürlüğü öyle bir kibir içinde ki, alt kattaki yıkılan duvarları açıklama zahmetine bile girmedi.
Başka bir konu dikkatimi çekti açıkça. Şimdi soruyorum; kentsel dönüşüm ihtiyacı olan binaların yaşı nedir? Bayraklı’nın en pahalı caddelerinde “çatır çatır” yıkılan binalardaki daire fiyatları, deprem öncesi bir milyona dayanmıştı. Ama şimdi “kentsel dönüşüm ihtiyacı” belirdi. Peki, nasıl olmuş bu? Apartmanlar eski değil, o halde “sakat mı” inşa edilmiş? Kentsel dönüşüme giren binalarda bir araştırma yapılıp, inşaatı yapan müteahhitlere “ne iş” diye soruyor mu çatık kaşlı Şehircilik Bakanı ya da kibirli müdürlüğü veya savcılık falan? Peki, ilçe belediyesi bu binaların yaşını hiç merak edip “halkçı” bir tavır gösterip, gündem oluşturamaz mı?
Sanmıyorum. Ama galiba 2022’de de “devam edeceğim” bu deprem farkındasızlığına ve müteahhit egemenliğinin karanlığına.