Başlıktan da anlaşılacağı üzere ilk konumuz Müstafi* Berat Albayrak. Hani meşhur bir söz vardır. O sözü artık şöyle kullanabiliriz: “Her Türk vatandaşı sansürü tadacaktır.” Siz ülkenin bakanı, paranın patronu olacaksınız, ağabeyiniz en büyük medya gruplarından birinin yönetiminde olacak, üstelik Cumhurbaşkanı'nın damadı olacaksınız yine de açıklamanızı yayımlatacak bir mecra bulamayacaksınız. Son umudunuz, her fırsatta tu kaka ettiğiniz sosyal medya olacak.
Damadın istifa açıklaması ülkedeki medyanın durumunu da ayan beyan ortaya koydu. Bizler biliyorduk da bilmeyenler için 'kör göze parmak' hesabı oldu. Halk TV, KRT ve Tele 1 gibi eleştirel yayınlar yapan kanallar bir yana…
“Merkez medya” diye nitelenen kesimdeki büyük haber kanalları, hiçbir şey olmamış gibi olağan yayın akışını sürdürdü.
Sosyal medya istifa haberiyle çalkalanırken örneğin CNN Türk'te ABD seçimleri, NTV'de futbol tartışılıyordu. Habertürk ise saatler sonra da olsa istifa haberini ekrana getirebildi.
Bloomberg ve BBC gibi uluslararası medya kuruluşlarının Türkçe yayınları ise yine fark yarattı.
Hem istifayı bağımsız kaynaklardan ilk teyit edenler bu kuruluşlar oldu, hem de ek bilgilerle okuru aydınlattılar.
Hal böyle olunca Karar Gazetesi yazarı Yıldıray Oğur da haklı olarak sosyal medya hesabından şu soruyu sordu: “Hazine Bakanı Instagram’da istifa etti. İstifayı Bloomberg, BBC ve Middleeasteye teyit etti. Haberini Reuters ve New York Times yaptı. Bu olay hangi ülkede geçmektedir?”
Sahi bu olay hangi ülkede gerçekleşti?
Bu arada Independent Türkçe, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı, Anadolu Ajansı ve TRT'ye “bekleyin” talimatı verdiğini yazdı.
Bu soruyu daha önce de sormuştum. Peki bize en doğru, en kapsamlı, en hızlı haberi vermekle mükellef yayın kuruluşları, bundan önce kimlerin talimatıyla hangi haberleri bizden gizlediler?
Bu olay bir kez daha gösterdi ki Türkiye'de medya dibe vurmuş durumda. Birkaç muhalif yayın organı ve gazetecilik ilkelerinden ödün vermeden ayakta kalmaya çalışan bizler gibi yerel medya mesleğin namusu olmaya devam ediyor.

Burası çok daha önemli!

30 Ekim'de yaşadığımız 6.9'luk depremin üzerinden 15 gün geçti. 115 insanımız enkaz yığınlarının altında hayatını kaybetti. Arama-kurtarma ekipleri neredeyse hiç uyumadan çalışıp 'mucize'lere imza attı. Oysa asıl mucize 6.9'luk depremde tek bir binanın yıkılmaması, tek bir insanımızın burnunun kanamaması olmalıydı.
İzmir Büyükşehir Belediyesi'ne değinmeden geçmeyelim. Depremin olduğu andan itibaren öylesine organize bir çalışma yürüttüler ki İzmir'de yaşayan bir vatandaş olarak gurur duydum. Her zaman olduğu gibi iktidar ve iktidar medyası bu çalışmaları görmezden gelse de biz İzmirliler kimin ne yaptığını gayet iyi biliyoruz.
Depremden sonra arama-kurtarma çalışmalarını izlerken saatlerce, günlerce ekrana kilitlendik hepimiz. Bütün ulusal TV'ler deprem bölgesinden neredeyse 24 saat canlı yayın yaptı. Sonra ne mi oldu? Bir anda bütün kameralar Amerika'ya çevrildi. Eyalet eyalet ABD seçimlerini izlemeye başladık. Sanki bir el, o meşhur düğmeye bastı ve gündemimiz 'Biden mı Trump mı?' oldu. Biden olsa ne olur Trump olsa ne olur. Ha Ali Veli ha Veli Ali. ABD'nin uluslararası politikası bellidir. Başkanlık koltuğuna oturacak isim bu politikalarla uygulamakla yükümlüdür. Değişen tek şey uygulama yöntemi olabilir. Ama bu nihai amacı değiştirmez.

*Görevinden kendi isteğiyle ayrılmış olan.