1915-1916 yılları arasında Çanakkale’de, yaşasalardı belki de bambaşka bir dünya kuracak, ülkelerine olduğu kadar yeryüzüne bin bir güzellik yaşatacak bir kuşaktan binlerce çocuk öldü. Denizde ve karada süren bu savaş, 1. Dünya Paylaşım Savaşı'nın en hazin, korkunç ve yürek ağrısı sayfalarını yazdı.

**

Gökçeada Öğretmen Okulu'nda okudum. 2. Milliyetçi Cephe Hükümeti denen iktidarın yarattığı kötücül ortamda, var olmaya çalışan çocuklardık. O günleri yaratanları ve yaşatanları bağışlamadım. Yıllarımızı çaldılar. Tıpkı Çanakkale Savaşı'nı yaratanları, birlikte şarkılar söylemek dururken, dünyanın her yerinden getirip yaşıtlarının üstüne saldırtan alçakları bağışlamadığım ve asla bağışlamayacağım gibi.

Eğer yüreğinizde biraz insanlık, beyninizde geçmişe, bugüne ve yarına dair bilgi ve duyarlık varsa, Çanakkale’nin toprağında ve denizinde dolaşırken, yalnızca susarsınız. Deniz ve toprak başka türlü kokar, kandır o. Deniz telaşlı ve karanlık, toprak yürümenizi örseleyecek kadar ağırdır. Cepheleri, şehitlikleri, siperleri dolaşırken çalılar, ağaçlar, tepecikler sizi akıl oyunlarına boğar. Birilerinin sizleri izlediğini düşünürsünüz, ürpertiniz hiç geçmez. Konuşmak gelmez içinizden, göğsünüze kocaman bir kaya oturmuş gibi olur. Yürümeye, nefes almaya korkarsınız. Bilirsiniz, toprağın her santimine bir güzel çocuk düşmüş, soluduğunuz havada son nefesi kalmıştır.

Bu işin sizle tarih, sizle vefa, sizle hayata karşı duruş arasındaki ahvalidir. Aradan geçen 106 yıldan sonra, hele insanlığın en tembel, en unutkan, en vurdumduymaz halini şimdi iki kanat çırpışı uzaklıkta yine savaşırken görürken, Çanakkale’yi ve dünyanın bütün Çanakkale'lerini nasıl okuyacağız? Asıl mesele budur.

**

Çanakkale aynı zamanda, emperyalizmin yamyam karakterini de gösteren, tarihsel bir ders ve ibrettir. Dünyayı, halkları birbirine boğazlatarak paylaşanlar, içlerinden birini hasta yatağına düşürmüş ve öldürülüp lokma lokma yenilmesine karar vererek, savaş denen korkunç sofrayı kurmuştur. Çanakkale, mahvolmuş bir emperyalist gücün ortadan kaldırılıp, öteki emperyalistlerin kendilerine yeni yaşam alanları açma teşebbüsünde, her zamanki gibi kuşakları acımasızca bir birbirine kırdırma alçaklığından başka bir şey değildir.

Her savaşta olduğu gibi, emperyalizmden başka kazanan yoktur. Kuşkusuz bir direniş destanı ve çağdaş, demokratik, laik karakterine ödünsüz biçimde sahip çıkmamız gereken ülkemizin önsözlerinden biridir. Çanakkale, öncesi ve sonrası olmayan, yaşanmış ve bitmiş, her şeyi halledip çözmüş bir öykü değildir. Bu, onu ne sıradanlaştırır ne de devasa bir süreçten koparıp ayrı bir yere koyar. Bunu görmemek, içeriğini okuyamamak da, çıktığı yumurtayı beğenmeyen civciv zavallılığından başka bir şey olamaz.

**

"Savaşa Hayır!" deme erdeminin, yitirdiklerimizi saygıyla anmanın, "Bir daha asla!" diyerek mücadele etmenin yolu, bütün bunları içselleştirmekten geçer. Menkıbe ve hamasetten uzakta bir görüş, algı ve yorum gerektirir. "Yurtta barış, dünyada barış" sözü, o yüzden yalnızca süslü bir şiar değil, anlamlandırılması gelecek kuşaklara bırakılmış bir direniş çağrısı ve emanetidir. Bunu anlamak, örneğin "Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar!" diye başlayarak, dünyanın en mükemmel mektuplarından birini yazan iradeyi ve duruşu iyi bilmekten geçer. Bunu bilmeyen, bildiği halde saçma sapan ve kof şişinmelerle geçiştirip örten her yaklaşım, emperyalizmin gizli ya da açık destekçisi olmaktır. Çanakkale, insanlığın sonsuz barışını kurma iradesini savunmanın, kendine ve başkalarına saygı duymanın tarihsel kanıtı, oralardaki her delikanlının mezarı da reddi mümkün olmayan belgesidir.

**

“Çanakkale içinde aynalı çarşı” diyor türkü. O aynaya şimdi, bu hazin insanlık öyküsünü yazanlar kadar olmasa da, cesaretle bakmak zorundayız. Faşistin ve yobazın işi kolaydır. Onları aparat olarak kullananların keyfi yerindedir. İkiyüzlü, bol standartlı, işin cilası ve hamasiyeti ile gerçeği utanmazca boğanlar ne yaparsa yapsın, kolaycılığın keyfine kapılamayız. Çanakkaleler bir daha yaşanmasın istiyorsak, barışı, emeği, yurtseverliğimizi ve yeryüzünü kardeşliğini asla vazgeçmeden savunacağız. Bizim savaşımız da, cephemiz de, cephanemiz de budur ve öyle kalacaktır.