Cumhuriyetimizin 101. Yılını kutlayacağız. Geçen yıl 100. Yılıydı. Normal, makul, neyi neden ve nasıl yaptığını bilen bir ülkede, bu uğurda yapılacak olanlar yıllara yayılacak biçimde tasarlanır, uygulanır, anlama yolunda ket oluşturan ne varsa tek tek ayıklanırdı. “100. Yıl” gibi ancak bizim kuşağa denk düşen ama belki de asıl şanssızlığı bu olan harika bir tarihsel fırsat, buhar olup gitti. Cumhuriyet düşmanlığının gemi azıya aldığı, yobazlığın faşizmin ve bölücülüğün tarihte örneği olmayan koalisyonuyla tüm değerlerinin kemirildiği bir süreçte, bu konuda gösterilen her zaaf, çekingenlik ve algı fukaralığı, suç ortaklığı olarak tanımlanmayı hak etmektedir.
Bu yazıya başlamadan önce, geçen yıl için hazırladığım ve o zaman çalıştığım yerel yönetime sunduğum eylem planına baktım. Onlarca maddenin içinden, dişe dokunur biçimde birinin bile değerlendirilmemesini, yılları bu işlerle geçmiş biri olarak hüzünle anımsadım. 100. Yılın geçiştirilmesinde şu ya da bu biçimde dahli olanların, bugün bu kentte ve Anadolu’nun pek çok yerinde –ne yazık ki soluk ve bakımsızdırlar- karşımıza çıkan “10. Yıl Anı Taşları”na bakmasını isterdim mesela. Tamam, kimseden Gazi Mustafa Kemal Atatürk’te olduğu gibi Başöğretmen kalitesi, Gazi duyarlığı ve cesareti, Devrim ve Halk Önderi duruşu beklemiyoruz ama mesela 10.Yıl Nutku’nun yanına koymaya değer bulacağımız bir “100.Yıl Seslenişi” anımsıyor musunuz mesela? Mesela her fırsatta söylemekten onur duyduğumuz “10. Yıl Marşı”nın kalitesinin gölgesinden geçmesine bile razı olacağımız bir “100.Yıl Marşı” var mı dilimizde? Oysa son derece zevksiz sözleri, üfürükten teraneleriyle, kulak tırmalayan seslendirme facialarıyla, 100. Yılımız bir “marş çöplüğüne” dönüştürülmüştü, değil mi? Doğrusu, 50. Yıl Marşından sonra, bu amaçla girişilen her çaba çöptür. Çünkü bir işin niteliğini, o işe dair manifesto, duruş, cesaret ve arı bir hayat ve ülke okuması belirler. Kekeme söylemlerle, ürkek duruşlarla, sütre gerisi uyuşukluğuyla ne yazık ki Cumhuriyet, ne yaşanabilir, ne kutlanabilir ne de yarınlara taşınabilir.
Son kahredici terör saldırısı ve yitirilen canlar nedeniyle, konserler falan iptal edildi. Öteden beri, bu tür kutlama programı hazırlıklarına “Kim konser verecek?” sorusuyla başlanmasına hep içerlemiş biri olarak, doğrusu çok mutlu oldum. Merak ettiğim ise 101. Yılın, “haydi eller havaya” dışında, hangi içerikle, hangi kalıcı yapıtlarla, hayata, sokağa ve insana seslenen, bin yerinden kanayan ve cehenneme dönüştürülen bu ülkenin hangi yarasına dokunan işlerle anılacağı, anlatılacağıdır. Bu işlerin yalnızca “kutlama” boyutuna sıkıştırılamayacağını, bellek, duruş temizliği olmadan, geçmişin onurlu birikiminden ya da unutulmaması gereken derslerinden yola çıkılarak gelecek öngörüsü yapılmadan anlam kazanamayacağını yıllardır yazıyor ve söylüyoruz. 364 gün boyunca Cumhuriyete, kavramlarına, değerlerine ve var oluş gerekçelerine saldırılan bir ülkede, hiç olmazsa 1 gün de siz söz ve duruş yükseltin demekle, acaba saf dillilik örneği mi oluşturuyoruz?
Teması olmayan, biraz ondan biraz bundan tutarsızlığından uzak durmayan, sağlam bir temaya, içeriğe ve çeşitliliğe sahip olmayan her “anma ve kutlama” beyhudedir. 101 yıl önce Cumhuriyeti kuranlar, kurtuluştan kuruluşa ve hayatın her alanında buna dair eşsiz hazineler bırakmıştır. Bugün Cumhuriyetin yüz yüze kaldığı vahametin en büyük nedeni, bu hazinenin her gün biraz tırtıklanmasıdır. Cumhuriyeti anarken, bunlardan söz etmeyecekseniz, duruş göstermeyecekseniz, bireysel ve toplumsal algı ve duyarlık üstüne her gün kürekle atılan kiri, pası giderme çağrısı yapıp, bunun yol ve yöntemlerini kamunun dikkatine sunmayacaksanız, siz neyi kutlamış olacaksınız?
Bir “Aydınlanma Projesi” olan Cumhuriyetin, kadından çocuğa, emekten çevreye, bilimden eğitime, ekonomiden emperyalizmin reddine, laiklikten insan haklarına, sanattan spora, kentleşmeden sağlığa… Onca yoksulluğa rağmen öngördüğü, kurumsallaştırdığı, “az zamanda çok iş yaparak” kat ettiği işlere, sonsuz güce ve güvene bakın, bir de bugüne bakın.
101. Yılda bunların sağlamasını yapıp, Cumhuriyete yakışır umut ve coşku kapılarını sonuna kadar açıp, “Bu memleket bizim!” çığlıkları atmayacaksınız da ne yapacaksınız?
Bu soru yalnızca seçilmişlerin ya da atanmışların değil, topyekûn hepimizin sorunudur. Kimse kaçamaz, kimse gereğini başkasından bekleyemez, dilenemez, bel bağlayamaz. Yurttaşlık hak ve sorumluluğunun ön koşulu budur.
Kaygısını duyan, saygısını koruyan, kuru yapraklar gibi savrulanları görmeyi başaran herkesin Cumhuriyetini kutluyor, bu dev yapıtın 101 yıl önceki mimarlarını sevgiyle, minnetle, bağlılıkla anıyor, yalnızca onların önünde saygıyla eğiliyorum.