Karşıyaka Belediyesinin 98. Yıl kutlama etkinlikleri arasında “Dersimiz: Cumhuriyet” konulu bir söyleşiye de yer verdi. Tarihçiler Prof. Dr. Ergün Aybars, Doç. Dr. Ahmet Mehmetefendioğlu ve Karşıyaka Belediye Başkanı Dr. Cemil Tugay’ın yer aldığı söyleşide “moderatörlük” görevini yerine getirmeye çalıştım. Öteden beri savunduğum bir durum var: kutlamalar, üstüne edilen sözler, düzenlenen etkinlikler “tematik” olmalı, algı, düşünce ve davranma kapılarını açmalıdır. Sıradanlıktan, yinelemeden, yuvarlamalardan, hamaset ve müsamereden başka türlü kurtulamayız. Latife Hanım Köşkü’nün bahçesindeki söyleşi, bunun olumlu bir örneğini oluşturdu ve dinleyiciler açısından fark yarattı. Cumhuriyetimizin dünü-bugünü-yarınları bağlamında gerçekleşen söyleşide, “Cumhuriyet ve Yerel Yönetimler” konusu da işlendi.
Bir sistem yalnızca askeri, ekonomik, kültürel anlamda yozlaşmaz, geri kalmaz ve değişmesi zorunlu hale gelmez. Osmanlı İmparatorluğunun neden tarihin galerisine taşındığını, yerine neden Türkiye Cumhuriyetinin kurulduğunu ve devrimsel bir kimlik taşıdığını, bu gerçeği bilmeden, görmeden, öğrenmeden anlamamız ve anlatmamız olası değildir. Bugün tarihin çarkını geriye doğru işletmeye çalışanlar ile bu gerici tavra itiraz edip, Cumhuriyetin korunması gerektiğini savunanların ortak noktası, bu gerçeği yeterince algılayamamaktır. Konumuz özelinde kalarak, ne demek istediğimizi anlatmaya çalışalım.
Tarihimizde, kökenleri antik döneme uzanan “site” anlayışı, “site demokrasisi ve kurumları” yok. Kent, kentlilik ve kent yönetimi gibi kavramlarla ve örgütlenmeleriyle, özellikle Tanzimat’la birlikte tanıştık. Batıya gidenlerimizin “Neden bizde de, onlardaki gibi güzel-düzenli kentler yok?” kaygısıyla başlayan bu tanışıklık, “Yerel yönetim nasıl olmalı?” sorusunu içermiyor. Sıranın “kent ve demokrasi” ilişkisine gelmesine, ilk örneklerini görmemize yıllar var. Sarsılmaz ve tartışılamaz bir merkezi otorite egemenliğindeki imparatorlukta, Payitaht dışındaki yerleşim bölgelerinin idaresi de bu gerçeğin tipik yansıması. Ayrıntılarını konuyla ilgili araştırmalardan okuyacağımız bu manzarada, elbette “seçme ve seçilme” de söz konusu değil. Anadolu, Rumeli ve Mısır olarak üç ana bölgeye ayrılan Osmanlı Ailesinin topraklarında, sancak, kaza, köy olarak adlandırılan yerleşim bölgelerinin tüzel kişiliği ve hukuki varlığı, tartışmasız biçimde Payitahtın elinde. İşler, merkezden gönderilen “Kazasker, Sancak Beyi, Kadı” gibi tam yetkili görevlilere, yereldeki vakıf, lonca yapılanmaları ve ileri gelenlerin eklenmesiyle yürütülmeye çalışılmakta. Bu arada, batıyla yoğunlaşan ticari ilişkiler sayesinde, denize kıyısı olan yerleşim bölgelerindeki fiziksel ve kültürel değişimler de unutulmamalı. Bunlar yabancı ticaret erbabının ve devletlerinin isteği doğrultusunda gerçekleşmekte. 1854’te ilk kez İstanbul Şehremaneti’nin kurulmasıyla başlayan “belediye” girişiminden Anadolu’nun nasiplenmesi söz konusu bile değil. 1877’de ilk kez tek dereceli seçim denense de sorunları çözemiyor. Mutlakıyette demokrasi ancak bu kadar olabiliyor!
Büyük bir genellemeyle özetlediğimiz bu durum, Cumhuriyetle değişmiştir. Bu değişimin nelere rağmen ve nasıl gerçekleştiğini görmek ve hakkını vermek, o günlere daha yakından bakmayı gerektiriyor. Dünya tarihinde bir mucize olarak adlandırılan kurtuluş ve kuruluştan sonra Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlıdan 389 belediye devralıyor. Bu belediyelerin yalnızca 20’sinde düzenli içme suyu, 4’ünde elektrik, 17’sinde mezbaha, 7’sinde spor alanı, 29’unda park-bahçe ve 90’ında düzenli pazar yeri bulunuyor. 24 Nisan 1921 tarihli Teşkilat-ı Esasiye ile bir düzenleme yapılmaya çalışılıyor. Ama savaşın yol açtığı yıkımları, bulaşıcı hastalık fırtınalarını, sermaye ve girişimciliğin yerlerde sürünmesi gibi olumsuzlukları ne yapacağız? 1924’te Ankara’nın Şehremaneti ilan edilmesine, 1580 sayılı belediye yasasına, ilk çok adaylı belediye seçimlerine, Müfide İlhan’ın ilk kadın belediye başkanı olarak Mersin’e, Gül Esin’in Çine-Karpuzlu’ya ilk kadın muhtarımız olarak seçilmesine, nihayet günümüzü belirleyen önemli dönemeçlere ve bugünün “sosyal yerel yönetim” algısına yıllar ve yollar vardır. Bugün yaşadığımız ülke ve kent, bu yolculuğun sonucudur. Bilmeden neyi, neden ve nasıl kutlayacağız? Haftaya sürdürelim.