Taylorizm ve Fordizm kelimelerini daha önce duydunuz mu hiç?
Gelin, çok kısa şekilde, iktisadi birer terim olan Taylorizm’i ve Fordizm’i anlatıp, bu yazımda sizlere aktarmak istediğim gerçek konuya varalım.
Yaşamakta olduğumuz dünyamız, tarım toplumundan sanayi toplumuna geçişini tam anlamıyla 19. yüzyılın yarısından sonra, yani 1850’li yıllar itibarıyla yapmaya başlar. Bu bir ihtiyaçtır aslında o yıllarda yaşayan toplumlar için… Daha hızlı, daha kârlı, daha temiz, daha fazla ve daha, daha, daha… Her şeyin daha’lı şeklini üretebilecek formüller ya da tasarımlar düşünülür, çalışılır ve hayata geçirilir. Taylorizm’in isim babası Winslow Taylor’dır ve sanayi devriminin gerçekleştiği zamanlarda yepyeni bir iş modeli tasarlamıştır. Buna göre iş barışı, uyum, maksimum üretim ve bilimsel yönetim anlayışı getirilmelidir işletmelere… Zaten bu anlayışın babası olarak tanımlanır Taylor (L. Sunar, Değişim Sosyolojisi, s. 213, http://auzefkitap.istanbul.edu.tr/kitap/sosyoloji_lisans_ao/degisim_sosyolojisi.pdf adresinden 12.05.2021 tarihinde erişildi). Taylor ile dünyadaki birçok üretim yapan işletme değişikliğe giderek, bu modeli benimser ve uygular. Yeni düzene yani daha az maliyetle daha fazla üretime ayak uydurulmalıdır.
Gelelim, Fordizm’e; evet, bildiğimiz, caddelerimizde, sokaklarımızda gezinen, lastik tekerlekli arabalar, kamyonlar, minibüsler var ya… Hatta bizim ülkemizde, bu markaya motto bile uyarlanmıştır; “alırsın Ford, olursun Lord”. Bir tane daha biliyorum; “Ford’un dizeli, 83’tür güzeli”. Evet, Ford markasının kurucusu olan Henry Ford’tur Fordizm akımının öncüsü… Ve Taylor’un ilkelerini, üretim bandı teknolojisi ile birleştirmiş, “T” modeli adını verdiği arabayı da bu şekilde aynı kalitede, daha ucuza ama daha kısa sürede, daha fazla sayıda üretebilmiştir. Peki, Fordizm’e neden ihtiyaç duyulmuştur ya da soru şeklimi değiştireyim; insanlar neden ve tekrar bir değişiklik ihtiyacı hissetmişlerdir üretim konusunda?
Değişikliler; insanoğlunun yaşamı boyunca önüne çıkarlar. Kimi zaman yarar sağlarlar, kimi zaman da zarar…
Futbola geçiyorum;
Tüm dünyamızı çok derinden sarsan, yaralayan ve belki de bunalıma sokan bir salgınla iç içe geçmiş durumdayız. Ülkemiz için on dört ay, Çin, İtalya ve diğer ilk vaka görülen ülkeler için on dokuz ay gibi süreden bahsediyoruz. Nereden bakarsanız bir buçuk yıl gibi süreden… Bu büyük süre içerisinde, hükümetler, kurumlar, örgütler, birlikler türlü türlü tedbirler önerdiler ve aldılar. Onlarca önlem paketi açıklandı ve uygulandı ve hatta uygulanmaya devam ediyor.
Ülkemizde de durum hiçbir zaman farklı olmadı. Bir kapanıp, bir açılmamız, sonra tekrar kapanıp, tekrar açılmamız, ardından yarım kapanıp, yarım açılmamız ve son kez, tam adıyla ama bana göre yarım kapanmamız, bu önlemlere en çarpıcı örneklerdendir.
Futbol ve diğer spor branşlarında da, yüzlerce tedbir alındı. Ki, bence en belirgin, en göze çarpan tedbir; müsabakaların durdurularak tamamen oynatılmaması oldu. Sadece profesyonel futbol, üç aylık bir duraksamanın ardından geçen sezon tekrar, kaldığı yerden devam ettirildi. Profesyonel futbol devam etti ama zannımca ikinci en büyük önlem olan, seyircisiz oynatma protokolleri ile…
Bu sezon da, profesyonel futbol ligleri planlandığı gibi başladı ve elbet ki seyircisiz oynatma önlemi ile… Yani profesyonel futbol müsabakaları, salgınla tanışınca, önce üç ay tamamen durduruldu, ardından seyircisiz olması koşulu ile tekrar oynatıldı. Ne zamana kadar? Bu sezon, ülkemizde oynanan tüm müsabakalar bitene kadar…
Can alıcı noktaya geliyorum!
Tüm müsabakalar seyircisizdi ama, sanıyorum biri hariç olacak; aslında ben bu yazıyı yazdığımda, Türkiye Futbol Federasyonu(TFF) tarafından 18 Mayıs 2021 tarihinde oynanacağı ilan edilen, Ziraat Türkiye Kupası Final müsabakası; ki, Antalyaspor ile Beşiktaş arasında, İzmir’de, Göztepe’ni yeni mabedi, Gürsel Aksel Stadında, stat kapasitesinin %33’ü kadar bir seyirci topluluğu ile oynanacak.
Şimdi, sormadan edemiyorum;
Ülkemizde salgın bitti de, bizim mi haberimiz yok? Madem üçte bir kapasite ile seyircili oynanabiliyordu da, neden bütün sezon buna izin vermediniz? Bütün sezonu da geçtim, sezonun ikinci yarısı da olabilirdi! Yok, şartlar sizi sadece İzmir’de mi, bu değişiklik kararını almaya itti? Amatör müsabakaların seyircisiz oynanması bir tarafa, antrenmanlarına dahi izin vermediniz! Bu seyircili oynama kararı da neyin nesi? Nereden çıktı bu değişiklik kararı? Ve kime ya da neye bir yarar sağlayacak?
İzmir, önlemlere uyma anlamında en belirgin kenttir ülkemizde… Ve bunu da, 30 Ekim depremi öncesindeki verilerle kanıtlamıştır. Ancak deprem sonrasında, özellikle diğer şehirlerden gelen kurtarma ekiplerinin de, evlerini terk etmek zorunda kalan ahalinin de etkisiyle İzmir’in de verilerinde artışlar gözlenmiştir. Ne zaman ki, kalabalık kitleler bu şehre gelse, salgın verilerinin artışına sebep oldular. En yakın örnek de, iktidar partisinin lebalep kongreleridir.
Göztepe Gürsel Aksel Stadında oynanacak olan müsabakaya, bu hesaba göre yedi bin seyirci alınacaktır. Bunun yarısı İstanbul’dan, diğer yarısı da Antalya’dan bir anda İzmir’e gelecektir. Ve müsabakadan sadece on gün sonra İzmir salgın verilerinde bir artış olacağı aşikârdır. Özellikle bu artışlar sonrasında, alınan yasak kararları ile işyerlerine kilit vurmak zorunda kalan, başka bir geliri olmayan esnafa acıyın! Yapmayın, seyircili oynatmayın!
Dipnot; “dere görmeden, paça sıvanmaz” Atasözü.