Evinde yalnız kalamayanlar, sürekli çalışanlar, durmaksızın koşturanlar, uyuşturucusu "iş ve hız" olanlar... İşler yolundaymış gibi yani '-mış gibi' yaşayanlar, içindeki boşluğu sürekli bir şeylerle doldurmaya çalışanlar, diye seslenmişti bizlere, psikolojinin ülkemizdeki en önemli isimlerinden Engin Geçtan.
Çok önemli bir uyarıydı bu. Düşünmemek için, gerçekleri fark etmemek için, değişmemek için, düzenini korumak için; hep bir şeylerle meşgul olanlar... Bir zamanlar ben de onlardan biriydim. Ta ki hem ruhum hem de bedenim, yeter diyene kadar.
İlk romanım Siyah Nefes'e ilham veren cümle şöyleydi: “Seni kovalayandan kaçabilirsin ama içinde koşuşturandan kaçamazsın.” Ben kaçmayı bıraktım. Gerekli yüzleşmeleri yaptım, bedellerini ödedim. Kolay oldu, diyerek yalan söylemeyeceğim; hem de baya zor oldu. Ama sonunda oldu. Olabildiğim, dönüşebildiğim insandan memnunum. Daha elbette çok yolum var ama en azından ben yola çıkacak cesareti gösterdim. Yolda bu cesareti gösteren birçok insanla da yolum kesişti. Bazılarına da ben ilham verdim o yola çıkmaları için. Hayat biraz da böyle bir şey değil mi zaten? Birbirimizden el alarak tamamlıyoruz bu yolculuğu.
Edebiyat insanı anlamaktır, diye başlarım hep yazı derslerime ama ondan önce kendini, kendi karanlığını ve onun sonsuzluğunu kavramaktır. Bir de ölümü kabullenmek, sevdiğiniz her şeyi ve herkesi bir gün kaybedeceğiniz gerçeği... Doğanın içindeki yerini bilmek, bu da gerek elbette. Bunlarla yüzleştikten sonra gerisinin pek de bir önemi kalmıyor. Tam da bu yüzden yaşam çok daha kıymetli oluyor. Belki de bu yüzden yazı dersleri vermeyi çok seviyorum ve daha fazla insanın bu aynaya bakmasını, bu yüzleşmeleri yaşamasını istiyorum. Örneğin siyasetin ülkemizde içinde olduğu açmazı düşünün. Sizce siyasetçiler iyi birer roman okuru olsalar bir şeyler daha farklı yaşanmaz mıydı? Roman okuyana empatinin ne olduğunu öğretir çünkü. Sizden farklı düşünen, hisseden, yaşayan insanların kaygılarını, kalplerinden ve zihinlerinden geçenleri anlamanıza yardım eder. Dahası insanlar birbirlerini hikayeleri üzerinden tanır ve sever. Hangi lider iyi ve inandırıcı bir hikayeye sahipse, kitleler onu takip eder. Kısacası siyasetten çok uzak gibi gözükse de edebiyat, istense politikanın da kurtarıcısıdır. Hangi lider bunun farkında sizce? Oysa Atatürk böyle bir liderdi. Cephede bile cebinde Reşat Nuri’nin Çalıkuşu eserini taşıyacak kadar edebiyata düşkün, kazanmak için inandırıcı bir hikayenin parçası olması gerektiğini bilecek ve onu yaratacak kadar öngörülü, başarılı bir liderdi. Ülkede değişim istediğini dile getiren insanların bu arzusunu yerine getirecek yeni liderin bu vasıflara sahip olması şart gözüküyor, ne dersiniz?
Yeni hikayelerle okurun karşısına çıkmak, çağının ağırlığını taşıyan bir yazar olarak onlarla aynı sancılara sahip olduğumu göstermek önemli benim için. Tam da bu nedenle bu hafta yeni kitabım; bir novella raflara giriyor. Adı çağın ruhuna ithaf edildi: Delirmiş Evrenin Ortasında.
Böylesi bir dehşet çağında aklı başında kalabilmenin de bir nevi delilik olduğunu anlatıyor bu hikaye bize. Siyaset dışında bir konu konuşmanın güçlüğünün farkındayım ama tam da yukarıda anlattığım nedenlerle aslında daha çok edebiyat konuşmak zorundayız. Birbirimizi anlamaktan başka çaremiz yok ne de olsa.
İlk okur buluşmasını da elbette İzmir'de yapıyorum. Urla'da uzun süredir görmek istediğim Köstem Zeytinyağı Müzesinde, 17 Haziran Cumartesi saat 15.00'da bir söyleşiyle İzmirlilerle buluşacağız. Bu ilk buluşmayı birçok farklı söyleşi ve atölye takip edecek. Yazmanın şifalandıran yanını birlikte keşfedip Delirmiş Evrenin Ortasında çağa birlikte direneceğiz. Gündemin sıkıştırıp ruhumuzu daralttığı yerden birlikte çıkıp nefes alacağız.