“Günün sonunda insanın kendinden başka gidecek yeri yok” diye yazmış Ferhat Jakİçöz kitabında (Kendin Olmanın Dayanılmaz Hafifliği). Beylik cümlelerden biri gibi geliyor insana belki ilk başta ama hakikat bu. Kimi zaman acıtan kimi zaman korkutan titreten fakat yalın bir hakikat. Ben hatırladım yeniden bu hakikati bu yaz. Önce “evimden” yani alışkın olduğum fiziksel ortam ve onun üzerimdeki biyolojik etkilerinden mütevellit, zorlu bir taşınma sürecinin göbeğine düştüm. Umwelt’im her türlü psikosomatik belirti ile kendisini tehdit altında hissettiğini belirtti sağolsun. Eee tabi eş zamanlı olarak Mitwelt’imde de, yani diğerleriyle paylaştığım dünyada da, çözülmeler kendini gösterdi. Bakmak istemediğim, bir bohçanın içine saklayıp adeta dolabın tepesine iteklediğim ilişkisel sorunlarım, kendimi güvende saydığım limandan kovulduğum bir günde dökülüverdi azgın akan bir şelale misali. Sonra o bohçayı toparlayamadım, “bırak” dedi psikoterapist bir arkadaşım “öyle darmadağın kalsın o bohça, önce sen kendine uyumlan.” İşte o zaman anladım ki kendimle olan ilişkime pek de yatırım yapmamışım ben son zamanlarda. Yaptığımı sanmışım ama yapmamışım…

***

Varoluşçu yaklaşıma göre dünya hallerinden bahsettiğim son iki köşe yazımı tamamlayacak bu haftaki satırlarda sizlere “kişinin kendi dünyası” anlamına gelen Eigenwelt’ten bahsetmek istiyorum biraz. Tabi bu satırlar hayli yetersiz kalacak külliyatlı bir konu başlığını anlatmaya ancak anahtarı deliğe sokup kapıyı biraz aralayalım bakalım, neler olacak.

Eigenwelt, yani insanın kendisiyle kurduğu ilişki çağdaş psikolojinin yakın dönemde ilgi alanına girmiş bir kavram. Sıklıkla duymuş olacağınızı tahmin edeceğim kavramlar takımını (ve benim daha eksik bıraktıklarımı) Eigenwelt’in içine alabilirsiniz: özerklik, öz-farkındalık, öz-değer, öz-şefkat, öz-sevgi (saygı). Söz konusu olguların içlerinin boşaltılmış olması nedeniyle özellikle öz-sevgi (saygı) kavramını yazmakta imtina ettim açıkçası; ancak Eigenwelt’in içerisindeki öz-sevgi (saygı) yaklaşımının narsizmin tohumlarını atan bir kapsamda olmadığını ifade ederek yazıya devam edebilirim. Belki bir başka zamana içi boşaltılmamış anlamlarına da değinirim.

***

“Kişinin kendini tanıması” yaklaşımı salt bir SWOT analizi (!) ile mümkün değildir. Zira benlik, yani kişinin kendini tanımladığı veçhelerinin tamamını barındıran üst yapı, sevgili arkadaşım Seden Karakurt’un da dediği gibi bağlamsaldır. Yani benlik içinde bulunduğunuz ortama göre çeşitlenir, şekillenir, değişir, büyür, gelişir ya da yabancılaşır. Bu ortamların biyolojik ve ilişkisel ayrıntılarına Umwelt ve Mitwelt yazılarında geçtiğimiz iki hafta boyunca değindim. Eigenweltsöz konusu olduğunda açıklığa kavuşturalım ki, bireyleşme olarak genelleyebileceğimiz bu yaklaşım insanın ömrü boyunca bitmeyen bir emekle ve sabırla katedeceği yoldur. Zira kendilik değişkendir ve değişen seçimlerimizle sonsuz olasılığın olduğu bir seçenekler havuzuna dip dalışı yaparız. İşte o dip dalışı esnasında ne ölçüde kendimizle ilişki halindeysek, Eigenwelt’imizin ne oranda idrakındaysak, o doğrultuda yaşamımız, ilişkilerimiz ya da bedenimiz tekrar ve tekrar şekillenir. İşte bunun içinde günün sonunda kendimizden başka gidecek yerimiz olmadığı hakikati ile kalabilmek, durabilmek, acıtan ve korkutan deneyimlerimizi kucaklayabilmek gerekir. Eigenwelt, bireyin kendisi üzerinde etkili bir yazgının varlığını tamamen yadsımadan, sistemik, ailesel ve sosyal güçlerin tam da göbeğinde “kendisinin idrakında” olma halidir. Zor olan dünya hali Eigenweltile rabıtayı kaybetmeden Umwelt’in ve Mitwelt’in içinde eş zamanlı olarak kalabilmektir. İşte biz Homo Sapiens’in tarihi de bu üçlüden ibarettir.