
"romanlarının insan yaşamının dramına dikkat çekmesi ve bu dramı derin ruhsal etki ve sanatsal yoğunluk" la anlatması nedeniyle 1952 yılında Nobel Edebiyat Ödülü alan François Mauriac, çok ses getiren Engerek Düğümü adlı romanını Paris’e geldiğinde taşındığı bu evde yazmıştı. Yayımlandığı 1932 yılında çok kısa bir sürede 18 bin adet satan romanı İstanbul’da bir edebiyatçı Fransızca aslında okuduğunda bunu mutlaka çevirmeliyim diye düşünmüştü. Romanın yazarıyla mektuplaştı ve randevulaşarak Paris’in yolunu tuttu. Yazarıyla koyu bir sohbet sonrası Türkçeye çeviri konusunda anlaştılar. Kendini “ruhsal tutkuların analisti ve taşra burjuvazisinin eleştirmeni” olarak niteleyen Mauriac evine kadar gelen Peyami Safa’ya romanını imzalayarak verdi. Peyami Safa İstanbul’a döndükten sonra şunları yazdı: “İki ay kadar evvel Paris’te Theophile Gautier sokağındaki apartmanın derin loşluğu içinde kendisiyle baş başa iki saat kadar konuştuğum François Mauriac, bana şaheserini şu ithafla hediye etti: “Engerek Düğümü’nün mütercimi ve romancı Peyami Safa’ya minnettarlığım ve büyük sempatimle.” Kitabın Türkçe ilk baskısı 1934 yılında yapıldı ve o dönem çok ilgi gördü. Peyami Safa’nın söz ettiği tanışmanın gerçekleştiği binaya Mauriac 1930 yılında taşınmıştı. Kitabının bir yerinde "Kalbimi, bu kalbi, bu engerek düğümünü biliyorum: onların altında boğulmuş, zehirle dolmuş, sürünün altında atmaya devam ediyor. Çözülmesi imkânsız olan, bıçakla kesilmesi gereken bu engerek düğümü.” diyen Mauriac, yaşadığı bölgeye yüklenen “kültürsüz ve dar görüşlü burjuvazi mahallesi” nitelemelerine karşın bu sokakta 40 yıl oturdu.

MAYK HAMMER
Gençlik yıllarımızda, mahalle ve okul arkadaşlarımız arasında bir Mayk Hammer salgını vardı. Kitaplar elden ele gezer, üzerine konuşulur, kapak resmindeki alımlı kızlar içten içe bir yangını alevlendirirdi. Sert, kuvvetli, açıkgöz, kurnaz ve yılmaz bir dedektif olan Mayk Hammer, kayıtsız sokak tavrıyla gereğini yerine getirir ve suçluların yakalanmasını sağlardı. Zaman zaman suçlunun cezasını bizzat kendi verirdi. Pardösüsü ve fötr şapkası değişmez giysi ve aksesuarıydı. Okuduğumuz her kitap heyecan yaratır, aramızda tartışırdık. Yeni maceralar çıktıkça elimizdekilerle değiştirirdik. Biz ne bilelim, meğer gerçek Mike Hammer altı adet yayımlanmış, piyasadaki öteki Mike Hammer’leri Kemal Tahir yazmış. Kapakta da ilk kitaplar “Mike” diye çıkmışken, Kemal Tahir’in yazdığı romanlarda “Mayk” yazıyormuş. Yerli “Mayk Hammer”ler özgün olanlardan daha çok tutulmuş. New York haritasını karşısına koyup sokak adlarını, meydanları, parkları oradan romana aktarırmış. Hani bir yanlışlık yapmayayım diye.
Doçent Doktor Soner Akpınar’ın araştırmasından bir bölüm aktaralım: “Refik Erduran ve Ertem Eğilmez’in kurduğu Çağlayan Yayınevi, 1954 yılında Spillane’den, çevirisini “F. M. İkinci” takma adıyla Kemal Tahir’in yaptığı I, The Jury (Kanun Benim) adlı bir polisiye roman yayımlar. “Kanun Benim çıkar çıkmaz bir olay olur, üst üste yeni baskıları yapılır ve 100.000’in üstünde bir satış yapar. Türk okuyucu, geleneksel muamma romanı dışında neredeyse ilk kez kara roman türünde bir polisiye eserle karşılaşmaktadır. Spillane’nin kahramanı Mike Hammer okuyucunun hiç karşılaşmadığı bir polis hafiyesi tipidir”. Spillane’nin sıra dışı kahramanının maceraları halkın o kadar ilgisini çeker ki hızla diğer romanlarının da çevirisi yapılmaya başlanır. Ancak bir gerçek vardır ki Mickey Spillane altı romandan sonra Mike Hammer maceraları yazmayı bırakır. Serinin yakaladığı ticari başarıdan vazgeçmek istemeyen başta Çağlayan Yayınları olmak üzere pek çok yayınevi bazı yazarlara yeni Mike Hammer maceraları sipariş eder. Hatta bu dönemde aslında yerli yazarlar tarafından yayımlanan 250’ye yakın roman, Spillane’nin adıyla sanki çeviri imiş gibi yayımlanır. Yüzün üzerinde romanıyla bu alanda en önde gelen isim Afif Yesari’dir. Romancı Mahmut Yesari’nin oğlu olan Afif Yesari için Behçet Necatigil “yüz seksen kadar dedektiflik roman kaleme alarak bir çeşit dünya rekoru kırdı” ifadesini kullanır. Yesari’nin yanında Gülseren Ünüvar, Çetin Tümay, Adnan Semih Yazıcıoğlu, Leyla Yazıcıoğlu gibi bazı yazarların da pek çok Mike Hammer denemesi vardır. Ne var ki Kemal Tahir’in Mike Hammer serisi ile bunlar arasında ciddi bir ayrılık vardır. Kemal Tahir’in pek çok edebiyat tarihinde eserleri arasında bile anılmayan 1954-55 arası yaklaşık sekiz dokuz ayda tamamladığı Derini Yüzeceğim (1954), Ecel Saati (1954), Kara Nara (1955), Kıran Kırana (1955) adlı kitaplar, yazarın bizzat F.M. İkinci takma adıyla yayımlanır ve en az orijinal Mike Hammer’lar kadar başarılıdır.”
O kadar popülerdi ki bu romanlar, lisede kimya öğretmenimize “Mayk” adı takılmıştı. Mayk aşağı, Mayk yukarı. Gerçek adını hala bilmem sevgili öğretmenimizin.

MERAKLISINA NOTLAR:
Charles Dickens ve Puccini yapıtlarındaki acıklı pasajları yazdıktan sonra ağlarlardı.
Hiç evlenmeyen felsefeciler: Descartes, Pascal, Spinoza, Kant, Schopenhauer, Kierkegaard, Nietzsche ve Wittgenstein.
Yunanlılar ilk başta yalnızca Fenikelilerin harflerini almakla kalmadılar, satırları sağdan sola yazmayı da aldılar.
Osmanlı İmparatorluğu'nda, Müteferrika matbaasında basımı yapılan ilk kitap Vankulu Lügati’dir. Sözlükçü El-Cevheri'ye ait olan eser, Vankulu Mehmed Efendi tarafından 1589 yılında çevrilmiş ve Osmanlı'da Terceme-i Sıhah-ı Cevheri adıyla yayımlanmıştı. Vankulu Lügati olarak ün kazanan eserin Müteferrika matbaasındaki basım tarihi ise 1729'dur.
Hilmi Yavuz “Baba düzyazıdır, anne şiir” demiş.
Graham Greene, Ernest Hemingway, Goethe, Sylvia Plath ve Lev Tolstoy sabah altıda yazmaya başlarlardı. Gustave Flaubert’e göre George Sand “içi mürekkep dolu büyük bir inekti.” Wirginia Woolf ayakta yazardı. Mark Twain ve Rudyard Kipling yazarken puro içerlerdi. Beat kuşağının öncü yazarı Jack Qeruac “Yolda” adlı kült bir kitap yazmıştı. “Ben katoliğim onun için intihar edemem, kendimi içki içerek öldüreceğim” derdi. 47 yaşında sirozdan öldü.

RESİM ALTI
Sessiz bir gölde, o kayığın içinde yalnızca kalp atışlarının duyulduğu o an… Hangi çağda yaşarsak yaşayalım bu şiirsellik; hep aynı merak, heyecan ve ürpertiyi uyandırıyor. Franz Guillery sanki bizden kalbimizi bırakmamızı istiyor.
Alman ressam Franz Paul Guillery ( 1862-1933 ), üst sınıfa mensup bir maden mühendisinin oğlu olarak Köln yakınlarında doğdu. Ailesinin maddi olanakları sayesinde tam zamanlı sanat eğitimi alabilen Guillery, 20'li yaşlarının yedi yılını Roma'da İtalyan atmosferini özümseyerek ve tarzını geliştirerek geçirdiği o yıllarda; Sherlok Holmes’in ilk macerası yayımlanıyor, Paris büyük işçi hareketlerine sahne oluyor, George Bizet Carmen’ini sergiliyordu. Biraz geriye gidersek, Tolstoy, Savaş ve Barış’ı yazmış ve büyük bir okur kitlesi kazanmıştı. Guillery henüz 9 yaşındaydı. İtalyan operası doruklardaydı, Verdi; Nabucco, La Traviata ve Rigoletto’yu çoktan bestelemiş ve eserlerindeki üstün dramatik canlılıkla, Floransa’dan Avrupa’ya seslenmeye başlamıştı. Bilim, kültür ve sanatta duyulan büyük bir heyecanın, savaş kaos ve yeniliğin birbirini izlediği ondokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında, bütün bunlara karşın Guillery sessizliğini ve romantizmini sürdürdü.