Aklımız almıyor değil mi? Bunları nasıl yaptılar, böyle şeyleri nasıl düşündüler, hangi akıl ve mantıkla böyle konuşuyorlar, bunları bu hale getiren nedir diye, düşünmeden geçen bir günümüz yok. Cehaletin, pervasızlığın, haddini bilmezliğin, bu kadar zıvanadan çıkmanın bir nedeni olmalı. 

Sorun, eşiktedir sevgili dostlarım. O eşiği aşıldı mı, bize ne denirmiş, hakkımızda ne düşünülürmüş, bedelini kim ödeyecekmiş soruları ve kaygıları, her açıdan önemsiz ayrıntılara dönüşür. İnsanın bu hale dönüşmesi için, ya çağdışı bir ideolojiye körkütük sarılmış gerici-tutucu bir fanatik, ya da acilen profesyonel destek almaktan başka çaresi olmayan, bir ruh hastası olması gerekir. Birincisi uzun vadeli, planlı ve taammüden bir çabanın ürünü; ikincisi de, kuşkusuz tıptan başka çaresi kalmayan psişik bir durumun sonucudur. Ekleyelim ki, aklımızın almamasının nedeni, iki durumu birbirine karıştıran saflığımızdan kaynaklanır. O yüzden, mesela “Biz ne ara bu hale nasıl geldik?” diye sorup dururuz. Şimdi ruhsal bozuklukları bir yana bırakıp, işe ideolojik açıdan bakalım. 

***

Gerçekten akıl almaz mıdır, bu tiplerin söylemeleri, eylemeleri? Birden mi ortaya çıkmışlardır? Şimdilerde hayatı her alanıyla teslim almaya çalışmaları, sırça mağazasına girmiş fil gibi ortalığı darmaduman etmeleri, bir anlık sapmaların sonucu mudur? Ahlaki, vicdani, evrensel değerleri çöpe atarak, yaptıklarına kılıf uydurmayı ve her türlü akıl, bilim, etik çağrısını sonuna dek reddetmeyi, dün gece düşünüpbu sabah uygulamaya sokmuşolabilirler mi? Bu sorulara “evet” diyorsak, üzgünüm, sorun onlarda değil, bizdedir. Önce kendi cehaletimizle, aymazlığımızla, asude bahar ikliminde hülyalara dalmamızla ve hala bu tuhaflıkta ısrar etmemizle yüzleşmemiz gerekmektedir. Buna da fazla zaman kalmamıştır.

Eşikleri su içinde 200 yıl önceden bellidir ve henüz geçmediklerini bilmektedirler. Aydınlanma, demokrasi, laiklik, hukuk ve evrensel insan haklarından beslenen uygarlık değer ve birikimlerini sıfırlayıp, kendi ideolojilerini egemen kılmak, eşiğin sonrasıdır. Bu beklenti, hiçbir şey öğrenmeyen ama hiçbir şeyi unutmayan, din temelli bir toplum ve sistem kurmaya hedeflenmiş bir ideolojinin gereğidir. Bu ideolojinin kodlarını, referans ve tedarik ilişkilerini bilmeden, kamusal-demokratik bir itiraz ve refleks oluşturulamaz. Bir başka deyişle, bu ideolojinin eşik atlama çabasına ve bu bağlamdaki “tutarlılığına-kararlılığına-inadına” karşı; utangaçlıklar içinde laf dolaştırmalardan, anlamı ve gerekçesi kendinden menkul konjonktürel kaygılardan ve sızlanmalardan vaz geçmek, inanılan ve emin olunan ideolojik duruşu-söylemi göstermek, artık yaşamsal bir eşik haline gelmiştir. 

Bilgisizliği, demagojiye takla attırarak “bilgi” ve “erdem” haline getirenlerin, kamuyu paralize etme ustalığına karşı direniş; gerçeği en yüksek perdeden seslendirmeye ve koşulsuz biçimde paylaşmaya bağlıdır. Bu seslendirme ve paylaşım, karşı olduğumuzun referanslarını, asla bir oy gelmeyecek paydaşlarını ürkütmeme çabasıyla ve acınası titizlenmeyle başarılamaz. Böylesine bir geri düşürme ve dönüştürme çabasında olanların, sözüm ona kutsiyet zırhı ve tartışılmazlık sosuyla pazarladıkları değerleri, nasıl olur da “elde var bir” diye kabullenerek ve hatta kimi zaman onlardan daha fazla dillendirip savunarak, “Ama, fakat” ikircikliği içinde savrularak teşhis ve teşhir edebiliriz? 

***

Bu bizi, mesela “Biz onların savundukları değerleri, onlardan daha iyi savunuruz”tuhaflığına, çelişkisine düşürmez mi? “Değerlerimizi, kutsallarımızı çiğniyorlar!” mealinde çığlık atanları susturacak ve ezberlerini bozacak tek yöntem, mertçe ve Türkçe “Hangi değerler, hangi kutsallar?” diye sormakla başlar. Ezip geçmeden atlanmayacağını bilenlere nezaket çabasından vaz geçip, yok etmeye çalıştıkları değerleri, bu ülkeyi var eden devrimci iradeyi anımsamak ve bugünkü mücadele karakterine dönüştürmek… Bugün aşılması gereken eşik budur. Diyalektiği, diyalektiği yok ederek savunamayız. “Halkımız böyle istiyor” sözüne sığınmak, bu ülkenin kurtuluşu ve kuruluşu için, en azından büyük kitlelerle “Ben varım” diyerek davranan bir halka haksızlık, dahası çağdışı bir ideolojiye su taşımaktır.“İdeolojiler öldü!” diyen liboşlara ayak uyduracağına, olana bitene bir bak bakalım, öldü mü?