Aradan iki yıldan fazla bir zaman geçti. Hazımsızlıkları hala devam ediyor. Aslında kolay değil. Aralarında Ankara, İstanbul ve İzmir'in de bulunduğu 11 Büyükşehir Belediyesi'ni kaybetmeyi hazmetmek.
Ellerinden gelen her türlü engellemeyi yapıyor iktidar. İçişleri Bakanlığı müfettişleri sanırsınız ki belediyelerin kadrolu elemanı olmuş.
Boşuna mesai harcıyorlar. Muhalefetteki belediyelerin bütü işlemleri şeffaf, açık, her şeyleri ortada...
Ancak özellikle Ankara ve İstanbul'un işleri daha zor. Bir tarafta belediye meclisindeki çoğunluk olan iktidar temsilcileriyle boğuşuyorlar, bir taraftan da AKP'den devraldıkları belediyelerin önceki dönem yolsuzluklarını birer birer ortaya çıkarıyorlar.
İzmir'in başında en azından bu tür belalar yok. Meclis'te yeterli çoğunluğa sahipler. Ayrıca yönetimi CHP'den ve Aziz Kocaoğlu gibi dürüstük abidesi bir başkandan devraldıkları için yolsuzluk dosyalarıyla da uğraşmıyorlar.
Bunlara karşın İzmir 'in bütün dünyayı etkileyen pandemi belasının yanında, arka arkaya sel ve deprem felaketleriyle karşı karşıya kaldığını göz ardı etmemek gerekiyor. Ayrıca bu güzel şehrin son yıllarda ağır bir göç tehdidi altında bulunduğu da bir gerçek.
Bütün bu olumsuzluklara, kente bir kuruşluk faydası bulunmayan iktidarın yerel yönetimce yapılan hizmetleri engelleme çabalarını da eklemek gerekiyor.
Düşünebiliyor musunuz? Metro bulunan kentlerin hepsinde hükümet desteği bulunurken İzmir'de 1 metre tünele katkıları olmamış.
Bunlara karşın İzmir, çalışkan Başkanı Tunç Soyer'in yönetiminde bir dünya kenti olma yönünde sessiz adımlarla yürüyor.
Tüm altyapı yatırımları hükümet desteği olmadan sürdürülüyor. Uluslarası bankalardan alınan kredi 490 milyon Euro'yı aşmış durumda. Güvenilir bütçesi soucu uluslararası değerlendirme kuruluşları tarafından kredi notu AAA olarak belirlenmiş. Şunu da belirtmekte yarar var; Hazine garantisi olmaksızın dış finansman sağlayan yalnızca üç şehrimiz var; İzmir, İstanbul ve Manisa...
Bu arada son iki yılda raylı sistem yatırımlarında da önemli adımlar atıldığını, ''Başka bir Tarım Mümkün' 'adıyla kırsal kalkınma projeleri geliştirildiğini, İzmir'in dünya tarımıda bir marka olmasının amaçladığını, kaybolmaya başlayan yerli tohumların yeniden tarıma kazadırılmaya başladığını görmekteyiz.
İzmir işte kendi yağıyla kavrulurken, geçtiğimiz günlerde partili Cumhurbaşkanı Erdoğan, grup toplantısında yaptığı konuşmada ''İzmir'e suyu biz getirdik' dedi. İyi mi?
AKP'nin İzmir'e getirdiği su ne biliyor musunuz? DSİ'nin Gördes Barajı'ndan şehre verdikleri su...
İyi güzel de Gördes Barajı'nın doluluk oranı yüzde 4 buçuk. Zira bu barajın küçücük (!) bir kusuru var: Dibi delik, duvarları çatlak. Dolayısıyla su tutmuyor. İzmir'in yıllık su tüketimi 292 milyon metreküp. Bu barajdan sağlanan su ise yalnızca 13 milyon metreküpçük...
Erdoğan daha önce “İzmir'e havaalanını da biz yaptık” demişti.Adnan Menderes Havaalanı'nın 1987 yılında Başbakan Turgut Özal tarafından hizmete açıldığı ise küçük bir ayrıntı... (1987 Kasımı'nda havaalanının açılışını TRT adına muhabir olarak ben izlemiştim.) Demek ki havaalanına 2 salon ilavesi 'Havaalanını biz getirdik'' demek içi yeterli...
E tabii normal. Bu ülkeyi otomobille tanıştıran, buzdolabını, çamaşır makinesini getiren bir iktidar, İzmir'e suyu mu getiremeyecek? Yoksa havaalanını mı yapamayacak?